Acaba Hangi Okul?
Özlem Onay, Eğitimci
Devlet okulu mu özel okul mu?
Ülkemizde Uluslararası Bakalorya uygulayan okullar hariç özel okul ve devlet okullarında temel derslerin içerikleri aynıdır. Tek fark uygulayıcı(öğretmen), okulun fiziki donanımı, ders işlenişlerinde kullanılan araç-gereçler, çocuğun kişisel gelişimi için ek olarak yapılan faaliyetler ve tabii ki yabancı dil.
Devlet okulu için en önemli unsur (ilkokul için tabii ki) öğretmen olmalıdır. Ancak unutmamalıdır ki her ne kadar değişme ihtimali olsa da okul yöneticileri okulu ileriye götürebilecek ya da gelişime engel olabilecek güce de sahiptir. Bu sebeple okul yönetimiyle de tanışmanızı tavsiye ederim. Öğretmeni tavsiye eden kişileri de iyi tanımanız gerekmektedir çünkü herkesin beklentisi farklıdır. Konu okul olunca sadece okulun fiziki şartları ya da öğretmen tek başına değerlendirilmemelidir. Veli profilini de dikkate almalısınız. Unutmayın çocuğunuz evden çok okulda vakit geçirecek. Sizin hayata bakış açınızdan ya da sizin yaşam tarzınızdan çok uzak iseler o zaman çocuğunuz için de işler çok kolay olmayacaktır.
Özel okul içinse de aslında benzer kıstasları dikkate almak gerekir ancak yanı sıra eğer okul kurumsal değilse öğretmenlerinin ne kadar sürede o okulda çalıştığını öğrenmelisiniz. Kurumsal olmayan okullarda öğretmen sirkülasyonu çok olabilmektedir. Bu da ilkokul 1’deki (ana okuldaki ya da ara sınıftaki fark etmez) çocuğunuzun öğretmeni Mayıs ayında farklı bir okulla antlaşma yapabilir demektir. Tabii ki öğretmen değişebilir ancak eğer çok fazla öğretmen değişimi varsa bu öğretmenlerin maddi/manevi tatminsizliklerinden kaynaklanıyor olabilir. Kendini orada mutlu ya da güvende hissetmeyen bir öğretmen çocukları da mutlu hissettirmeyecektir. Öğretmeninin mutlu edemeyen bir okul öğrenciyi de dolayısıyla veliyi de mutlu edemez.
Ve tabii ki okulun eve mesafesi, fiyatı, sunduğu imkanlar.
Okul eve ne kadar uzak, sunduğu imkanlarla farklılık gösteriyor mu, ders kaçta bitiyor gibi farklı dinamikleri de göz ardı etmemek gerekmekte.
Küçük yaş grupları için en iyi okul aslında eve en yakın okuldur. Ancak büyük şehirlerde hem istediğiniz gibi hem de eve yakın bir okul bulmak oldukça zor.
Uygulanan programlar öğrencilerin yaş, fiziksel gelişimleri, ihtiyaçlarına uygun mu? Yani çocuğum o okulda mutlu olacak mı?
Benim bir oğlum var. 4 yaşında. Seneye anaokullu olacak. Artık bildiğiniz gibi birçok okul ilkokul kontenjanlarını anaokulundan gelen öğrencileriyle doldurmakta. Bu sebeple çok heyecanlıyım. İlk iş okuma-yazma öğretmeliler. Okusun ki İlkokula okuyarak-yazarak başlasın.
Şu bilim insanlarını da anlamıyorum. Hele son yıllarda ısrarla okul öncesinde tutturmuşlar “çocuklar oynamalı”, “okuma-yazma” ilkokul konusudur!
Oyun nedir ya? 3 yaşına kadar oynadı ya! Yeter!
Şöyle İngilizce şakısın! Alsın eline kitabı kendi okusun. Eşe dosta yandan yandan gülümseyeyim. E burası Türkiye ayrıca. Onca sınav var gireceği. Ne kadar erken bu yarışa katılırsa o kadar iyi olur. Azcık yorulmadan hiçbir şey olmaz sonuçta. Hayat acımasız. Ama kafam çok karışık. Hangi okula versem bilemedim. Tabiki bu yazdıklarım gerçek değil.
Acaba en çok hangi okul başarılı?
En başarılı okul tabii ki yukarıdaki gibi bir veli profili için dershane mantığıyla eğitim yapmayı hedeflemiş okullar. Çocuğa ne kadar yüklenebilirse o kadar yükleyen okullar. Ama o çocuk gerçekten de başarılı olur mu? Başarı nedir? Benim için başarı çocuğumun okulunu sevmesidir. Mutlu hissetmesidir.
Çocuğun mutlu olabilmesi için okulun öğrencilerin “psiko-motor” gelişimine uygun bir yaklaşım içinde olması gerekir. Okul öncesinde “okuma-yazma” öğreten bir okul iyi bir okul olamaz.
Öğrenemez mi? Tabii ki öğrenir. Zorlanarak da olsa, yorulsa da yazmaya da başlar. Ancak neden? Dünyanın eğitimde en başarılı ülkesi dediğimiz Finlandiya’da bile “okuma-yazma” ilkokul 1’den 4.sınıfa kadar öğrenilebilmektedir. Bu acele neden?
Okul öncesi sadece çocuğun oyun oynayacağı, dans edeceği, şarkı söyleyeceği, resim yapacağı, kesme-yapıştırma gibi faaliyetlerle ilkokulda okuma ve yazmayı öğrenebilmesi için gereken “ön becerileri”n kazandırıldığı bir dönem olmalıdır. Çocukların öncelikle, okuma yazmanın gerekliliğini ve gerçek yaşam ile ilişkisini anlamaları önemlidir. Böylece çocukların, okuma yazmaya ve okula karşı olumlu bir algı geliştirmeleri desteklenecektir ve okuma yazma için farkındalık yaratılıp çocuklar heveslendirilecektir. Bunun ötesinde bir şey beklemek doğru değildir. Çünkü oyun oynamak karmaşık bir zeka faaliyeti gerektirmektedir. Yani çocukların bir bahçede koşup zıplaması, tırmanıp atlaması, dans edip şarkı söylemesi, örgü örmesi, yemek pişirmesi (yaşa uygun olarak tabii ki) 3. okul döneminde IQ olarak geri dönüyor.
İşte bu sebeple “ana okul”da okuma-yazma öğreten bir okulu tercih etmiyorum.
Okul çocuğumun ileride adı sürekli değişen şimdilerde “TEOG” olan sınavda ya da Üniversite sınavında başarılı olmasını sağlayacak mı?
Çocuğa sürekli test çözdüren, sonuca dayalı ölçme araçları kullanan okullar tabii ki bir ölçüde bu sınavlarda başarı sağlayabilir. Ancak unutmayalım ki “dershane” mantığıyla hareket eden okullar dışında da aynı okulları kazanan gençler var. Yani o sınavlardan iyi sonuç almanın tek yolu sürekli “birbiriyle yarışan”, “hırs”lı olmanın özendirildiği bir yaklaşım olmak zorunda değil.
Ben çocuğumun mutlu olmasını istiyorum. Arkadaşları da, o da başarılı olsun ancak yarışmasın. Yarışacağı kişi kendisi. Kendisinin elinden geleninin en iyisini yapması önemli olan.
Sağlıklı “arkadaş”lık kurmak sosyal bir yetenektir. “Yarış” çocukları gereksiz strese sokan, kişiler arasındaki iletişimin sağlıklı gelişmesine engel olan bir yöntemdir. Sürekli “yetersiz” ya da “başarısız olma korkusu”, arkadaşından daha başarılı olmak zorunda olma hırsı olan çocuğun ruh hali sağlıklı olabilir mi? Bunun sunucu çok açık. Çocuklar eninde sonunda mutsuz, yorgun, yılgın, sıkılmış hissedecektir. Son dönemde “terapi” alan öğrencilerdeki artışa, “ilaç” kullanımına değinmeye gerek yok sanırım.
Çocuk hangi okula giderse gitsin okul bir müzik aleti çalabilmeyi ya da bir spor dalıyla uğraşmayı, en az bir dil öğrenmeyi motive etmeli. Kendiyle barışık, planlı çalışmayı ve öğrenmeyi öğrenen, kuralları olan, çocuğun/velinin müşteri olarak görülmediği, çocuğun başarısının sadece sonuca yönelik ölçme araçlarına göre yapılmadığı, sürekli yarış ortamının olmadığı okulların tercih edilmesi ileride gerçek başarıyı getirecektir. Çünkü kendisini seven, kendisinin yeteneklerinin farkında olan mutlu çocuk, çevresini ve bu dünyayı da seven başarılı bir birey olacaktır. Veli olarak bizler yarışmayı bırakırsak çocuklar daha mutlu olacaktır. Bizim onlar için çizdiğimiz “başarı resmi” ileride onların istemedikleri ya da çocukken kaldıramayacaklarından fazlası olabilir. Yani kaş yaparken göz çıkarabiliriz. Unutmayın ki onlar bizim çocuklarımız ancak bize ait değiller.