Beril Öztürk, Uzman Psikolojik Danışman
Merhaba Beril Hn, öncelikle bizimle röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bize kendinizden bahsedebilir misiniz? Yaptığınız işe nasıl başladınız? Bu işi nasıl seçtiniz?
Merhaba, tabiki elbette… Tabi her üniversitedeki genç gibi benim de hayallerim vardı, güzel ideallerim vardı. Ama aklımızın da bir karış havada olması sebebiyle hayallerimize biraz geç ulaştık gibi oldu. İlk başta ben 2 yıllık Harita Kadastro’yu okudum. Gitmişken 2 yıllık olduğu için sonra bitireyim bari, dedim. Onu okurken aklım başıma geldi. Çünkü çok erken okula gitmiştim. Erken mezun olmuştum. Yani olgunluk biraz geç geldi bana. Ben liseden mezun olduğum zaman 16 yaşındaydım. 15-16 yaşındaydım. O yaştaki bir çocuğun doğru karar vermesi de kolay olamayacağı için Türkiye şartlarında o yüzden öyle bir yolum oldu. Sonra bitirdikten sonra ben bu işi hayatım boyunca yapamayacağıma karar verdim. Karar verdikten sonra ailemin de desteğiyle tekrar üniversite sınavına girdim ve sosyal alanda daha kuvvetli olduğumu hissederek psikolojik danışmanlık seçtim, tabiki o zamanki rehber öğretmenlerimin de çok katkısı oldu. Aslında tek başıma buna yönlenmedim. Bana uygun olduğunu düşünerek vs. vs. bunları yaptık. Sonra 4 yıl okudum. Bitirdim ve gerçekten iyiki de gitmişim dedim. Sonra tabi bu eğitim hayat boyu sürdüğü için 4 yıl lisans asla yetmedi ve yetmeyeceğini anladım. Ekstra eğitimlerle, terapi eğitimleri vs. şeylerle alanıma, kendime katkı yapmaya devam ettim.
En azından bunu değiştirmişsiniz. Kimisi devam eder, böyle büyük kararlar almaz ama…
Evet, benim yapı olarak, risk almayı seven, değişiklik yapmayı seven, biraz alt tabanda çılgınlık var. Çılgınlık daha bunları uygulamaya geçişte başlıyor aslında, düşüncede değil. O yüzden cesaretli davrandım ve ailemin tabi burdaki desteği olmasa başaramazdım. Ailemde en çok annem destek oldu. Onların sayesinde de buralara geldim.
Bir bebek ya da anne açısından sizce emzirmek neden önemlidir? Emzirmenin bir bireyin hayatına kattığı şey var mıdır, yok mudur? Bize bu konuda biraz bilgi verir misiniz?
Evet, derin konular, bundan 40 dakikalık çok rahat bir seminer çıkar ama burada kabaca neden önemlidir kısmına değineceğim. Tabi ben daha çok psikolojik açıdan değerlendireceğim. İşin tıbbi, işte demirdir, kalsiyumdur vs. kısımları, hani fizyolojik ihtiyacın dışında ben psikolojik ihtiyacından bahsedeceğim.
Şimdi annenin karnında olan bebek, doğduğu zaman zaten anne karnından bir ayrılma yaşıyor. O simbiyotik bağlantıdan yaşama geçiş başlıyor. O yüzden emzirmek, birinci sırada o bağın yavaş yavaş kopmasına vesile eden bir araç oluyor. Yani birden anne karnından çıkan çocuk hop dışarı değil, emzirmekle o bağlantıyı psikolojik anlamda sürdürüyor.
Göbekbağı kesilse de…
Evet, göbekbağından memeye geçiş yapılıyor, psikolojik anlamda. O hızlı, sert bir ayrılık olmamasını sağlıyor, en başta. İkinci psikolojik ihtiyaç tabiki çocuk yani insan yavrusu uzun yıllar bakıma ihtiyacı olduğu için, muhtaç olduğu için gerçek anlamda anneden o güven duygusunu en iyi alabileceği yer annenin memeleri oluyor. Yani hem yüzüne daha yakın olması, yüzle meme arasındaki uzaklık, güven ilişkisinin kurulması için gereken ideal uzaklık olarak sesin iletilmesi, işte o bakışların, o ideal uzaklık dediğimiz emzirme anındaki uzaklık, kaynaklarda psikolojik anlamda en ideal uzaklık olarak belirtiliyor ve çok da insanın aklına mantıklı geliyor. Neden önemli? İşte bunlardan dolayı o psikolojik ihtiyacın en iyi giderildiği yer annenin memeleri.
Emzirmek hani bazı annelerin sütü gelmiyor. Evet ama mutlaka doktorlar ya da bizler ne diyoruz? Mutlaka onu o şekilde tutarak o yüz, göz göze teması sürdürün. Yani memeye dokunsun, sürtünsün, o kokuyu hani o birden sert ayrılığı yaşamasın anlamında. Kabaca böyle özetleyebilirim.
Hiç emme şansı olmayan bebeklerin hayatla ilgili ilk eksikliği o zaman anneden alacağı güven mi oluyor yani…
Hayata karşı Ericson’un bir kuramı var. Eric Ericson önemli bir insan, diyor ki, insanlar hayata belirli evrelerden geçerek hazırlanır, diyor. 0-6 yaş bu anlamda da çok önemlidir, diyor. Hayatı boyunca önemli anları var ama 0-6 yaşta her kuramcının dediği ortak şey kişiliğin büyük olasılıkla oturduğu 0-6 yaşa kadar zaten biz çocuklarda kişilik demiyoruz, mizaç diyoruz. Çünkü yer değiştire değiştire 6 yaşından, 7 yaşından sonra artık kişilik oluşmaya başlıyor. Bir de ergenlik var bunun içinde. O yüzden ilk 1 yıl hayata karşı değerlilik algısı, güven algısı, anneyle kurduğu ilişkide belirleniyor. Yani bu ne demek oluyor. Diyor ki eğer anne bebeğine değerli olduğunu hissederse, ihtiyaçlarını doğru zamanlarda, doğru şekilde verirse, çocuk ben değerliyim hissini, algısını alıyor ve bu dünya güvenilebilir, insanlara güvenilebilir algısını oluşturuyor. Diyeceksiniz ki 3 aylık, 4 aylık bebek bunu yapabilir mi? Evet yapabilir. Bizim bilinçaltında şemalar dediğimiz şeyler bu şekilde oluşuyor. Evet çocuk konuşamıyor, yürüyemiyor ama zihinsel gelişimi çok hızlı ilerlediği için bu algıları, çünkü dünyayla artık tanıştı, oluşabiliyor. O yüzden eğer bu çocuk, birey olarak ilk 1 yıl özellikle anneyle kurulan bağda sorunlar oluşursa hayatın güvenilmez bir yer olduğu, ben değersizim algısı oluştuğu için insanlara karşı ilerleyen süreçte de güven duymakta zorlanıyor. Bazı insanlarla karşılaşırız hayatta, insanlara kolay kolay güvenemez. Hemen aklımıza gelen bizim psikolog olarak ilk şey “acaba ilk o 1 yılda bir sıkıntı mı vardı?” Bireye sorduğun zaman elbetteki hatırlamayacağı bir dönem ama mutlaka orda arızalar, aksaklıklar çıkıyor. Bu yüzden annenin ihtiyaçları doğru karşılaması ve zamanında karşılaması önemli… O temas çok çok önemli.
İdeal anne olmak gibi bir kavramdan bahsedebilir miyiz? İdeal anne olmanın gereklilikleri neler?
Aslında bunun aşamaları var, ideal anne olmanın. Bağlanma kuramıyla açıklanıyor bu ideal anne. Şöyle, çocuğun, bebeğin ihtiyaçlarını doğru anlayabilen, anlar ama yanlış anlamak değil, doğru anlayabilen, doğru müdahale edebilen, ihtiyaçlarına doğru zamanda yetişebilen yani 1 saat sonra o çocuğun ihtiyacını karşılaması çocukla anne arasındaki bağı zedeliyor. Hani o ilk özellikle 1-2 yıl çok önemli, bu anlamda. Yani doğru anlayacak, doğru müdahale edecek. Çocuk acıktıysa altını değiştirmeyecek. Doğru müdahaleden kastımız bu. Evet, altının da değişmesi gerekiyor ama çocuk o an onu mu istiyor? O yüzden doğru müdahale, doğru zamanda yani ihtiyacı olduğu zamanda ve doğru anlayacak ihtiyacı ve hızlı olması gerekiyor. Yani bebek o an hemen ister. Çünkü hemen o güven duygusunun zedelenmemesi gerekir. İşte bunları karşılayabilen bir anne ise çoğunlukla kabaca yine bahsediyoruz burada. Evet, ideal anne olur. Diğer şeyleri, çok detaylandırmasına gerek yok. Ben çocuğumla şu kadar vakit geçiriyorum bilmem ne? Ama ihtiyaçlarını doğru karşılamıyorsa, ihtiyaçlarını anlayamıyorsa, göremiyorsa geçirdiği zamanın illaki faydası olur ama bağlanma sorunlarıyla karşı karşıya kalabiliyoruz.
Peki babayla çocuk arasındaki ilişki çocuğu nasıl hazırlar hayata? Orada da bir ideal baba var mıdır, annenin karşısında?
Aynı şekilde, aslında anne için söylediklerimizin hepsi baba için de geçerlidir. Ama annenin karındaki rolü, hani bebeğin annenin karnından çıkma olayındaki bağ çok daha farklı, mucizevi bir şey. Baba tabiki bu kadar hissedilmiyor. Babanın verdiği o güven duygusu, babanın o bakışları, bir erkeğin koruması altında olma hissi bebek bile olsa hissetmesi gerekiyor. Babayla ilişkide yine aynı şekilde anne gibi ihtiyaçları doğru görebilmesi, doğru hizmet edebilmesi, doğru müdahale edebilmesi baba için de geçerli. Ki eğer çocuğun annesi yok ise, doğumda ölmüş olabilir vs. bırakıp gitmiş olabilir. Hayatta artık hangi şeyle karşılaşmışsa baba bu görevi yüklendiyse ideal anne için konuştuğumuz her şey artık bakım veren kişi baba ise birebir ona geçiyor. Yani babanın ilişkisi daha çok hani evet güveni anne veriyor ama baba da o korunaklı bölgeyi daha farklı bir güveni şu an bir erkeğin hayatımızda olması nasıl insana güven, koruma hissi, bir kanatlarının altına girme hissi veriyorsa çocukta da aynı bu şeyleri veriyor ve dengeyi sağlıyor, aile içi ilişkileri. Çünkü sürekli anneyle olan bir çocuğun dengesi bozuluyor, yüz göz olma oluyor mesela. Ama baba ya da 2 kişi dengeyi sağlıyor aslında.
Peki mesela çocuklarının hayatlarını dönemlere bölmek istesek bu yaş aralıkları ne olurdu? Bu yaş aralıklarının belirgin özellikleri var mıdır?
Ya şöyle bölebiliriz, çeşitli açılardan bakıldığı zaman farklı farklı kuramcılar bölüyor. İşte bilişsel açıdan bakıldığı zaman 0-2 yaş, 2-3 yaş, 3-5 yaş gibi bölümlere ayrılıyor. Çünkü beyin gelişimi farklı ilerliyor. İşte 3 yaşındaki bir çocuğun soyut kavramları anlayamaması, zihinsel gelişimiyle ilgili somut olarak tutmak gerekiyor ya da sosyal gelişimi farklı olabiliyor ya da dediğimiz gibi tuvalet alışkanlığı açısından. Hani bunları farklı farklı böleriz ama farklı gelişim alanları açısından birçok şeye bölünüyor. Ancak en önemli yaş aralıkları yine 0-3, 3-6, 6-12 gibi gidiyor. Bir okula başladığı dönem, okul öncesi dönemde işte bağımsızlık dönemi gibi ama en kabaca 0-6, 6-12 gibi. Çok kaba olur bölmemiz ama en önemli yaş ilk 6 yaş. Mizacın olduğu ve kişiliğin oturduğu, şemaların oluştuğu ve oturduğu dönemler olarak kabul edersek… En önemli o anneyle olan bağlar dediğimiz, aileyle olan bağlar nasıldı? Güveni nasıl tesis etti? Nasıl şemalandırdı dersek ilk 6 yaş önemli ama 6 yaştan sonra devam etmiyor mu? Ediyor ama en önemli ilk 6 yaş diyebiliriz. 0-6 yaş.
Aslında bir anne bu değişim ve dönüşümleri çok net görebiliyor. İlk bir sene her ay yaşanan değişimler ilk bir yıldan sonra her yıl dönümünde olmaya başlıyor.
İlk sene çünkü gelişim çok hızlı. Evet her ay inanılmaz her anlamda beyinde, vücutta tamamlanmalar devam ediyor. O yüzden çok hızlı.
Peki ebeveynlerden birisi yoksa burada denge çocuk için nerde bozuluyor? Ya da orada ne yapmak lazım model olması için, birinin olması gerekir mi hayatında?
Tabiki boşanmış olduğu zaman zaten dengeler bozulmuş oluyor.
Kötü bir evlilik mi? Boşanma mı?
Şimdi bununla ilgili bir araştırma var. Araştırmanın sonucuyla ben cevap vereyim buna. Boşanmış ailelerin çocuklarında görülen ruhsal bozukluklar, davranış problemleri vs gibi durumlar %20 oranında bulunmuş, ortalama değerler bunlar. Dünyanın birçok yerinde yapılan bir araştırma bu, sadece Türkiye olarak değil ve Türkiye de var içinde ve aile içi ilişkilerin kopuk, tartışmalı, çatışmalı ve benzeri yeni aile içi ilişkilerin, kötü diyelim kabaca, olan ailelerin çocuklarında da ruhsal bozukluklar, davranış problemleri vs durumlarında %15 olduğu bulunmuş. Yani birinin diğerine tercih edilebilir bir durumu yok. O yüzden hani eğer aile içi durumlar gerçekten kötüyse hani çocuk için boşanamamanın da çok anlamı yok. Tabi burada boşanmayı destekliyoruz anlamında değil ama birinin birine tercih edilme durumu olursa iyi değerlendirilmesi gerekir. Hangisi daha çok tercih edilebilir diye.
Boşanmadan etkilenmeme şansı hiçbir çocuğun yok. Ayrıca anne babanın da öyle… Herkes için bir yıkım. Ama burada biz uzman desteğiyle anne baba ve çocukları nasıl destekliyoruz? Bundan en az etkilenme, medeni koşulları yaratabilme. O yüzden eksik roller konusunda da tabiki eğer bir baba ilgisiz bir babaysa ya da göremeyeceği bir konumda ise tabiki dayı, amca, dede, aile bireylerinden birini koymak lazım. Çocuk küçükse özellikle çünkü özdeşleşme yapmaya ihtiyacı var o çocuğun bir rol olarak. Hep erkek dedik ama teyze, hala her neyse. Katılmasının çok daha faydalı olduğunu görüyoruz.
Peki mesela çocuğun kişiliğini oluşturan etmenler nelerdir? Bir kısmı galiba genetik olarak geliyor.
Çok fazla şey var. Dediğiniz gibi genetik olarak gelenler var. Çevrenin etkisi var. Ailenin tutumlarının etkisi var. İşte gittiği okulun etkisi var. O yüzden birçok karmaşık dediğimiz sürecin bir sentezi olarak oluşuyor. Son yapılan araştırmalarda bunlar, sadece genetik değil, sadece çevre değil. Hepsinin etkisi var.
Peki ilerde özgüveni yüksek her anlamda başarılı, kendine güvenen bir çocuk yetiştirmenin bir sırrı var mı? Anne babalar bu konuda neye dikkat etmeli?
Bu da oldukça derin bir konu. Ama kabaca ne diyebiliriz? Tabiki önce model olacaklar yani ne derler bir laf vardır; Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz. Yani nasihatmiş, ben şöyle konuştum çocuğumla değil. Model olacak yani örneğin telefonda konuşurken bir arkadaşına bir anne ya da baba, ebeveyn, telefonda yalan söylüyorsa ve çocuk buna şahit oluyorsa ve anne çocuğa yalan söylemesinin doğru olmadığını söylüyorsa sizce çocuk hangisine inanır?
Annenin yaptığına inanır…
Evet, demekki annem yapıyor… ya da o öfkesiyle başa çıkamayan bir ebeveyn varsa ve çocuk öfkesini bu şekilde sonuçta kullanmayı öğreniyor ise ebeveyn “hayır öfkene hakim olmalısın” derse ne kadar inandırıcı olur. O yüzden “benim dediğimi yap, yaptığımı yapma” olmaz. Ebeveynlerin en büyük hatası bu. En önemli sır, model olmak. Yani hayatınızla, duruşunuzla model olacaksınız.
Çocuğunuzdan istediğinizi ilk siz yapacaksınız…
Aynen, çünkü çocuklar gerçekten özellikle çok ufak yaşlarda ailenin aynasıdır. Yani çocuk resimlerinde, çocuklarla oyun terapisinde yaptığımız şey aslında aile hakkında bilgi almak. Çocukla yapılan, çocuğu düzeltme şansımız bizim uzmanlar olarak yok aslında, 0-6 yaş döneminde. Ailenin düzeltmesi gereken şeyleri aileye göstermemiz gerekir. Çünkü asıl etkili olacak olan onlardır. O yüzden en büyük sır model olmak, doğru model olmak. Tabi diğer sırlar da var. Bunlar işte tutumlarından tutun da aile genelde çünkü kendi ailesinden ne görürse çocuğuna da farkında olmadan onu yansıtıyor çoğunlukla. O yüzden en büyük sır doğru model olmak. Ben napıyorum, ne istiyorum dengesi…
Çocukken teşekkür etmesini bekliyorsak biz de teşekkür edeceğiz.
Aynen çocuk zaten bunları evin içinde öyle bir ahenk varsa hiçbir şeyi yazılı kurallara dökmenize gerek yok.
Peki mesela aileler hangi durumlarda çocuklarında ne görürlerse çocuklarının psikolojik olarak sorunlar yaşadıklarını algılayabilirler? Ne zaman bir uzmandan yardım istemeliler?
Güzel bir soru; şöyle bir anne ya da baba zaten çocuğundaki halihazırdaki, gidişattaki sapmaları fark eder ve bunların görünürde somut şeyleri de var. Örneğin alt ıslatma, diş gıcırdatma, tırnak yeme gibi davranış problemleri dediğimiz şeyler görülmeye başlanmış ise ve sıklığı artmış ise hani böyle ayda yılda bir yapılan şeylerden bahsetmiyorum. Artık sıklaşmışsa durumun ciddiyetine varıp hemen bir uzmandan acil destek almalıdırlar.
Kaç yaşında mesela?
Kaç yaşında olursa olsun hiç farketmez. 3 yaşında da olabilir. 10 yaşında da olabilir. Gidişatında bir aksaklık görüyorsa dediğim gibi bu tip alt ıslatmadır vs. hani gelişimsel özellikleri dışarıda bırakıyorum. Diş gıcırdatma, duymazlıktan gelme, umursamazlık, içe kapanıklık. Hani içe kapanık bir çocuk değilken içine kapandıysa demekki alarmlar çalıyor. Hemen bir uzman desteği almaya ihtiyaçları var ama şu çok önemli. Sorunu çocuğa atfetmemeliler. Çocuğu etkileyen şeyler olduğunu düşünüp bu çok önemli bir şey, hani benim çocuğumda sorun var değil. Çocuğumu etkileyen bir düzenek var. O düzeneği bulmak için uzman desteği almalılar. Çünkü o yaştaki, özellikle 0-6 yaş, çocuklar neyi sorun edecekler ki, neden dolayı çocuklara atfedeceğiz sorunu. O yüzden mutlaka onları etkileyen dolaylı bir şey. Orada bir düzenek var, yanlış giden onu görmek açısından hemen bir uzman desteği almalılar.
Peki mesela, bir çocuk arkadaş ortamında şiddet gösteriyorsa bunun çözümü nedir ve çocuğun bu davranışının kaynağı ne olabilir?
Yine aynı şeye geliyoruz. Aile şiddet gösteriyorsa o çocuğun da yine yanlış giden bir şeyler var hayatında. Gidişatta bir yanlışlık var ki çocuk hani her çocuk farklı farklı tepkisini gösterir. Kimi tırnak yer, kimi mastürbasyon yaparak, kimi işte şiddet göstererek, saldırganlık göstererek, kimi yemek yemeyerek vs. vs. Her çocuğun farklı tepkileri, bireysel farklılıklardan dolayı farklı tepki oluşturacağını varsayarsak o çocuk da şiddet göstermeyi tepki olarak seçmiş diyebiliriz. Tabiki onun alt nedenleri olacaktır ki şiddet gösteren çocuklara şiddet içeren programlar izletilmesinin çok etkisi olabiliyor. Ailede şiddetle kendisini ifade eden bireylerin/bireyin olması, model almasını etkiliyor. Bunlar yine göz önünde bulundurulur. Ama yine hemen bir uzman desteği alınmalıdır ki çünkü uzman desteği niye alınır? Bunları gösterebilecek kişi uzmandır. Aileye ayna tutacak kişi.
‘Burada ters giden bir şey var’ı uzman gösteriyor.
Evet birlikte değerlendirmeleri gerekiyor ve ailenin demekki birinden bunu duymaya ihtiyacı var. O da uzman ve işinin ehli birisi.
Kardeş kıskançlığında gösterilen şiddet de var. O durumda ailenin yapması gereken küçüğü koruyup büyüğe mi kızmaktır. Bunun yöntemi nedir?
Burada en büyük şey demekki aile şunu kendisine sormalıdır. Demekki biz dengeleri kuramamışız. Demekki bir adaletsizlik var. Aile bunu fark etmeyebilir, fark edeceği tek yol var, çocuğun davranışları işte… Büyük ya da küçük fark etmez, eğer yolunda gitmeyen bir durum varsa zaten çocuk alarmları çalıyor. Demekki burada aile içinde çocuklara karşı muamelede, tutumlarda ya da ilgide vs.’de bir dengesizlik var. Bir şeyin dengeleri bozulmuş. O yüzden hemen yine bunları daha iyi görebilmeleri, daha hemen kısa yoldan görebilmeleri için bir uzman desteği almaları gerekiyor. Yani şöyle düşünün; hep aynı örneği veriyorum ama çok işe yarıyor. Siz eşinizle evlisiniz. Diyor ki eşiniz “Ya Ayşegül, ben Fatma’yı eve getiriyorum ama ben seni çok seviyorum ve hep seni sevmeye devam edeceğim” deyip hep Fatma’yla ilgilense ne hissedersiniz? İçten içe Fatma’ya zarar vermek istersiniz. Elinizde olmadan bir öfke duyarsınız. Yetişkin olmanıza rağmen ki çocuklar bunun muhakemesine varamadıkları için bu şekilde gösteriyorlar. Kardeşlerini sevmedikleri için değil sadece bu duyguyla baş edemedikleri için bu tepkileri gösteriyorlar. Bu yüzden hemen sorunun kaynağına inip görebiliyorlarsa kendileri o dengeleri hemen kurmaları gerektiğini anlasınlar ya da bir uzman eşliğinde bunu beraber değerlendirip çözüme kavuştursunlar.
Bu ilerde daha büyük sıkıntılara yol açabilir.
E, tabiki çünkü çözülmeyen her sorun kartopu gibi büyüyerek gidebilir. Eğer aile görmez ise görürse toparlayan aileler de var. Hani uzman desteği almadan görüp fark edip eş dost, büyükler, hani böyle anneanneler, babaanneler… Önceden uzmanlar mı vardı? Çok ciddi, bilgili, deneyimli aile büyükleri vardı. Onların yönlendirmeleri çok işe yarıyordu. Eğer bunu görüp ve kulak verip görüyorlarsa ve düzeltiyorlarsa zaten o sorunlar zamanla yavaş yavaş ortadan kaybolur.
Yaramaz çocuklar daha zekidir diyebilir miyiz?
Hayır öyle bir şey yoktur.
Bir çocuğun zeki olduğunu nerden anlarız, bununla ilgili bazı kıstaslar var mıdır?
E tabiki, mesela Einstein şöyle demiş zeka ile ilgili. İnsanın yani bir bireyin uyum sağlama becerisi onun zeki olduğunu gösterir, demiş. Bunun gibi zekayla ilgili onlarca yüzlerce tanım var. Yani Einstein burada haklı, uyum dediğimiz şey çok önemli bir şey. Yani illa gidip bir ortamda uyum değil. Her türlü ortama girdiği zaman uyum sağlamayı becerebilmeli. Bu uyum sağlamak körü körüne itaat etmesi anlamında asla değil. Ortamı çözümleyecek, itiraz etmesi gereken bir durum varsa haklıyken haksız duruma düşmeden demokratik yollarını kullanarak kendisini doğru ifade ederek karşısındakini kırmadan vs. bunlar hep zekanın ürünleri. Ama zeka da öğrenilebilen bir şey aslında. Tamam genetik olarak bir zeka geçiyor ama çocuğu da desteklemek gerekiyor, geliştirmek gerekiyor. Zeka gelişebilen bir şey çünkü. Şimdi 3 saat bir çocuğu televizyon başına koyun. 3 saat bir çocuğu sosyal aktivitelere verin. Diğerinin aktivitelerde olanın zekası daha da gelişecektir. Uyum becerisi daha da gelişecektir. Zekadan kastımız çünkü zeka dolaylı olarak ölçülebilen bir şey. Direk ölçülebilen bir şey değil. Puanlama oluyor ama performansı ölçüp bir puanlamaya dönüştürüyor. O yüzden yaramaz çocuk zekidir diye bir şey yok. Artık hani kendi halinde, içine kapanık bir çocuk da zekidir. Ama o potansiyelini gösteremiyor diye zeki olmadığı anlamına gelmez.
Sosyal zeka, matematik zeka filan gibi ayırabilir miyiz? Yoksa zeka diye genel mi?
Ayırabiliriz, çünkü çoklu zeka dediğimiz bir şey var. Artık bir sürü zeka çeşidi var. IQ, EQ, onun dışında PQ’lar, SQ’lar falan çıktı. Sosyal, iş zekası vs. vs. Zekayı bölümlendirdiler. O yüzden hani yaramaz çocuk zekidir diye bir şey yok. Bu tamamen çok özür diliyorum safsatadan başka bir şey değil. Hani haraketli çocuk hiperaktif çocuk zekidir. Yok öyle bir şey. İçine kapanık çocuk zeki değil mi? Potansiyelini ortaya koymasına izin vermiyorsanız, onu cesaretlendirmiyorsanız, motive etmiyorsanız o çocuğun günahı zekayla ilgili değil ki. Fırsat tanımak lazım. Görmek lazım. Bu şey değil, zeki çocuk yaramaz değildir gibi bir döngü değil. Zeki çocuk yaramaz da olabilir, şımarık da olabilir. Bu ailenin çocuğa verdikleriyle alakalı ama zekayla bunları birleştirmemek lazım, zeka farklı bir şey.
Çocuğun zekasını açmak için neler yapılabilir mesela? Aile neler yapabilir?
Şimdi biraz önce dediğim gibi 3 saat bir çocuğu televizyonun karşısına oturtun, 3 saat bir çocuğu aktivitelere yönlendirin hangisinin zekası gelişir?
Sosyal aktiviteye giren çocuk tabiki…
Yani evet televizyonun da faydalı olduğu taraflar var. Doğru programlar da var ama kısıtlı, sınırlı olacak. Yani 3 saat de değil. Alabileceğini alsın evet uyaran olarak, doğru uyaran olarak ama çocuğun hayata girmesi lazım bir an önce. Ne kadar farklı kişilerle, ortamlarla “uygun şekilde” tabiki karşılaşırsa zekası o kadar gelişir. Yani zeka da dolaylı aslında becerisi gelişiyor. Sonra zekasını nasıl kullanabileceğini öğreniyor. Bu da bir öğrenme şekli. Tanımdan ziyade geliştirmeye odaklanmalıyız, yani puanlamada performans ölçülüyor zaten. Performansta da ölçülen şeyler yine hayata karşı neyi ne kadar almış ve bunu kodlayabilmiş mi? Hafızaya almış mı? Kullanabiliyor mu? Bilmesi yeterli değil. Mesela Denver Gelişim Testinde de bunu yapıyoruz aslında. Bu testte asıl amaçlardan biri. Biz diyoruz ki 5 tane küpü atıyorum üst üste koyamadı. Ama diyor ki aile bunu yapıyor. Ama bunu aktaramıyor işte. Sorun orda. Bir başkasıyla, başka bir ortamda biliyor olması yeterli değil. Kullanılmayan zekanın hiçbir faydası yok kimseye. Güçlü de olabilirsin ama bütün gün çekirdek yiyip televizyonun karşısında oturuyorsan gücünün hiçbir kimseye faydası yok. Zeka da öyle. Kullanılmayan zekanın hiçbir faydası yok. Bunu geliştireceksin ve çocuklara da bu fırsatı tanıyacaksın.
Belki ailelerin yapabileceği şey çocuklarıyla kaliteli vakit geçirmektir.
Kaliteli vakit geçirmek zorundalar zaten. Ya kaliteli vakit geçireceksin uçarı kaçarı yok, ya da doğurmayacaksın, anne baba olmayacaksın. O kadar bir ayrım var aslında. Kendi kendine gelişen çocuklar da var. Bazen diyorlar ki 3 yaşında kendi kendine okuma yazmayı öğrendi. O farklı bir çocuk her çocuktan bunu bekleyemeyiz. O zaten belli ediyor kendini. Gidişat farklı.
Bu kadar üstün yetenekli çocukların da farklı konularda zayıflıkları olabiliyor. Her alanda değil ki. Bir de çocuğu olduğu gibi de kabul etmek lazım. Proje çocuklar denilen bir kavram var. Hani piyano da aldırayım, basketbol da oynatayım, fizikte de iyi olsun, mental aritmetikte iyi olsun. Şurada da olsun, burada da olsun bilmem ne. Çocuk ama kendi olamıyor. Çocuk olsun biraz da dimi?
Hepimiz de olduğu gibi aslında onların da iyi oldukları yönler ve kötü oldukları yönler var.
İyi demeyelim güçlü ve zayıf diyelim. Geliştirilmesi ve desteklenmesi gereken…
Belki ailelerin buna dikkat etmesi gerekir.
Belki değil dikkat etmesi gerekir. O yüzden uzmanlar var. Yani biz bunları size gösterebilmek, söyleyebilmek için varız. Yani her sektörde nasıl doktor ameliyat için orada bekliyorsa hazır, bir şey olursa diye, biz de onun için bekliyoruz. Yani bu kendi kendine çözümlenemeyecek bir süreç olabilir. Çünkü anne baba olarak kıyaslayabileceğiniz bir durum yok. Ama biz birçok çocuk gördüğümüz için gelişim özelliklerinin farkına varabiliyoruz. Evet bu çocuk gelişimsel olarak geri diyebileceğimiz elimizde verilerimiz var. Ölçebiliyoruz.
Ailelerin çocuk yetiştirirken çok dikkat etmesi gereken şeyler nelerdir?
Birincisi, model olacaklar dedik, neyse o çıkıyor.
İkincisi, çocuklarının gelişmelerine fırsat tanıyacaklar. Fırsat tanımak önemli. Vakit ayıramıyorum ben yok. Bir şekilde bütçeleri elverdiğince illa basket kursuna yazdırmak zorunda değil ama parka gidip basket oynayabilir çocuğuyla. İlla profesyonel koç olmasın bu çocuk. Basket antrenörü olmasın ama o aktiviteyi yapsın. Kaba motoru, bilmem nesi gelişsin. Bütçe değil yani buradaki sorun.
Tabiki kaliteli vakit geçirsinler. Çocuklar onlara ihtiyaç duyuyor, özlüyor, zaten yoğun bir tempo var. Bol bol sarılsınlar, ama böyle vıcık vıcık bir ilişkiden bahsetmiyorum. Bol bol sarılıp dokunsal teması arttırmaları gerekiyor. Yani gözleriyle, tüm beden diliyle koşulsuz sevdiklerini göstermeleri gerekiyor. Sevginin karşılığı olmaz. Davranışı eleştirmeleri, sevgiyle asla tehdit etmemeleri gerek. Bu en önemlisi… Ben senin annen olmam, seni sevmem değil. Seni çok seviyorum ama bu davranışını yanlış buluyorum, hoşuma gitmedi. Sonra ben diliyle konuşmaları, beni kızdırıyorsun değil, ben kızıyorum. Kızan kendisi çünkü çocuk kızdırmıyor ki. O çocukluğunu yapıyor belki. Gelişimsel özelliğini sergiliyor. O yüzden ben diliyle konuşması gerekiyor ki duyguyu da öğretsinler. Yine her şey model olmaya çıkıyor aslında. En özetle bunlar kabaca.
Çocukta bağlanma ve bağlılık hakkında da bize bilgi verebilir misiniz? Bağımlı kişilik nedir?
Şimdi şöyle bağımlı ve bağlı arasında tabiki dağlar kadar fark vardır. Sağlıklı olan bağlı olmasıdır. Ailesine bağlı, onların ihtiyaçlarını gözeten, önemseyen o belirli bir dengeyi kurabilen. Bağımlı kişilikte de ya da bağımlı olan tarafta da onsuz bir şey yapamamak, karar verememek, hayatını yönlendirememek vardır. Bu sağlıksız bir durumdur zaten.
Örnek olarak yetişkin olduğu zaman bir çocuk, ailesini haftada 2-3 kere arayıp halini hatırını soruyorsa bu normal bir süredir. Yani normal bir iletişim aralığıdır. Çünkü birinci sıra hiyerarşide kendi ailesi girmiştir. Ailesi anne baba olan orjin ailesi tabiki yine önemlidir, değerlidir ama ilk sırada kendi karısı ya da kocası ve çocukları olmalıdır. Eğer bunu birinci sıraya alamıyorsa burada bir sıkıntı vardır, sağlıksızdır. Hala kendi anne babası birinci plandaysa burada evet bir bağımlılıktan, şiddeti ya da derecesi ne olursa olsun sıkıntıdan bahsedebiliriz. Bu da tabiki çocukluk, hani hep psikologlar çocukluğa iner kısmı buradan geliyor aslında. Çocukluğundaki o bağımsızlık duygusu, bireyselleşme duygusu ne kadar sağlıklı verilirse yaşına göre, sorumluluk duygusu buna eşlik eder vs. vs. yetişkinliğe de işte bu yansır. Neden 0-6 yaş önemli bu yüzden önemli. O yüzden her gün annesini babasını arıyorsa ya da günde birkaç defa konuşuyorsa burada bir sıkıntı vardır, sağlıksız bir durum vardır. Ailesini arasın ama bunun sınırları var. Sağlıklı boyutu var. Tabiki bunlar kültürden kültüre değişir ama biz Türkiye kültüründeyiz. Tabi annenin de kopamaması durumu var. Anne çocuğu arıyor. Ama çocuğa da geçiyor. Çocuk ayırabilir, demekki o da o bağı koparamıyor. Çünkü anne bırakmıyor, bağımsızlaşması anne için tehlikeli bir durum. Koparsa kendini güvende hissetmiyor. Onun da ayrı bir değerlendirilmesi lazım. Ama bağlı ve bağımlı arasındaki fark bu kabaca.
Anne çocuğunu bağımlı yetiştirdiyse kendi torununa da aynı şekilde davranıyor olabilir mi?
Olabilir de olmayabilir de. Şimdi bazen anneanneler, babaannelerin torunlarıyla ilişkisiyle çocuğuyla ilişkisi arasında farklar olabiliyor. Genel yapı genelde devam ediyor. Ama anneanne olan kişi artık 60 yaşına gelip hayat muhasebesinde farklılaşmalar göstermiş, 40 yaşından sonra farklı gelişmeler göstermiş olabilir. Ya da yaşadıkları tecrübeleri, almış olduğu terapi desteği vs. vs. Ama torununa olan davranışı farklı olabilir. Çocuğuna davrandığı gibi davranmayabilir, davranabilir de. Bunun kesin verileri yok. Ama asıl orjin anne baba.
Seminerde çok sık gelen bir soru; anneanne şöyle davranıyor ne yapayım? Ya da anneanne evinde çok bilmem ne bir şey yapıyor biz ne yapalım? Dediğim tek şey, orada karışmayacaksınız. O evin düzeni oraya ait. Sizin oraya karışma hakkınız yok. Anneannene sor, dedene sor, hani orda çatıştıysan, onların evi. Ama kendi evindeki düzeni de belirle. Bizim evimizdeki düzeni, kuralları vs. böyleyi de göster. Çocuk uyum sağlar. Çok zararlı şeyleri annenle konuşursun. Çünkü karışırsanız hem annenizle olan ilişkiniz bozulur, hem çocuğunuz önündeki zaten otoriteniz, güveniniz sarsılır. İlişkiler yine bozulur. Gereksiz yere hem de…
Çok teşekkür ederiz Beril Hanım, bize vakit ayırıp sorularımızı yanıtladığınız için, ağzınıza sağlık…
Ben teşekkür ederim…