Bridget Jones Bebek Bekliyor
Ayşegül Özgüner, Editör
Neden Sevdik Biz Bu Bridget Jones’u…
Yıllar öncesinin Bridget Jones’u, günlüklerinden yıllar sonra yine beyazperdede, hem de bu sefer bebeğiyle birlikte… Bridget Jones günlüklerinin vizyonda olduğu o yıllarda çoğumuzun çocuğu bile yoktu belki, hatta evli bile değildik. Hayata daha mutlu ve iyimser bakıyorduk o zamanlar sanki. Hala sadece anamız ve babamızın çocuklarıydık. Ele avuca sığmaz hayallerimiz vardı. En büyük aşk bizi bulacak, onunla evlenecek, dizi dizi çocuklarımız ve rahat bir yaşamımız, belki de harika bir kariyerimiz olacaktı. Evet her şey çok güzel olacaktı. Hayal bu ya… Bunların kimisi oldu, kimisinin hevesi kursağımızda kaldı. Hayatın kendisi bizi ordan oraya sürükledi. Bu yolda nice arkadaşlarımız mazi oldu, nicesi de hayatımıza sonradan girdi.
Kendi evliliklerinden bunalmış, ev, çocuk ve koca arasında mekik dokumaktan yeteri kadar yorulmuş, kendi ne yapmaktan hoşlanır ve neyle mutlu olur çoktan unutmuş gitmiş kadınlara sanki özenle kendilerini iyi hissettirmek için hazırlanmış film, bir nevi terapi filmi gibi…
Bizim bildiğimiz o uçarı Bridget olgunlaşmış 43 yaşında kocaman bir kadın olmuş. Tıpkı bizim gibi… Kariyerinde ilerlemiş ama hala sakar, ilişkiler konusunda ise hala acemi. Hayatından bir evlilik geçmiş, ayrılmış ve ne yazıkki hala yalnız. Bebeği olsun istiyor istemesine de o konuda bir çabası da yok illaki olsun diye… John Lennon’ın bir sözü vardır; “Hayat sen başka planlar yaparken, başına gelenlerdir”, diye. Bridget de sanki bu sözü onaylar gibi plansız yaşıyor hayatını. Evli ve çocuklu arkadaşlarıyla buluşma imkanları iyiden iyiye daralınca bekar arkadaşlarına takılıyor. Acaba bizi evli ve çocuklu yapan da çevrenin ta kendisi mi? Yalnız kalmamak için mi hayatta yuva kurmakta buluyoruz çareyi?
Kendi kararlarını özgürce verdiği geçmişteki yaşamını özleyen, olumsuzlukları, istemediği şeyleri rahatça, kızacak mı, küsecek mi karşısındakine düşünmeden söyleyebilmeyi kim istemez ki? Bridget de ne kadar ıkınsa sıkılsa da o cesarette bir kadın. Belki hayata hepimiz öyle başladık ama yaşam koşulları, karşımıza çıkanlar, yaşadıklarımız bize itinayla bazı gerçekler nasıl gizlenir ve saklanır’ı öğreterek gençliğimizdeki bu dürüst yanımızı biraz olsun törpüledi. Hayatımızın kontrolü bizim elimizden çıkıp başkalarının (belki çocuğumuzun, belki eşimizin, belki onun eşinin ailesinin vs.) eline geçtiğinden beridir herhalde o kararlarımızı özgürce aldığımız gençliğimizi çok özler hale geldik. Ve yine film sanki bize o özlediğimiz yılları hatırlatırken doğruluktan ve dürüstlükten vazgeçmemenin de çok önemli bir erdem olduğunu hatırlatıyor yıllar sonra yeniden.
Filmden çıkardığımız dersler neler derseniz? Karar verirken istatistiklere ( aşkta uyuma vs) bakmak yerine tıpkı gençliğimizde olduğu gibi kalbine ve hislerine göre hareket etmeye devam etmelisin. Çünkü seni özgürleştiren kararları ancak bu sayede alabilirsin.
Her zaman dürüst olmalısın, özellikle kendine karşı. Hem de sonunda kaybedebileceğini bilsen bile…
Başkaları ne düşünecek diye yaşama. Gerekirse annenin senin hakkındaki fikirlerini bile değiştirmesi yolunda öncü kişi ol.
Filme farklı bir açıdan baktığımızda da aldığımız bazı yanlış mesajlar da yok değil hani… Etrafta örneklerini bolca gördüğümüz çalışan anne modeli aslında bir masal ya da imkansız bir şey değil. Eğer işinizi seviyorsanız sadece çocuk için kadın işinden olmamalı. Gerekirse ve hatta mecburen çocuk bakımına erkek de dahil olmalı. Erkeğin, kadının üzerindeki yükü alması evliliklerde ya da ilişkilerde halen olması gereken altın kural.
Yıl olmuş 2016, evli ve çocuklu olmak hala mı bir kadının nihai hedefi olarak sunuluyor kadınlara. Bu bakış açısı ne zaman değişecek? Ne zaman kadınlar kendi potansiyellerini aileyle ve çocukla harcamak yerine gerçek iş yaşamında çok daha iyi pozisyonlarda değerlendirebilecek.
Ayrıca neden o paralı ve kariyerinin zirvesindeki mükemmel işleri yapanlar hep erkekler? Bridget yıllar geçmesine rağmen kariyerinde ne kadar ilerlese de hala bize yaptığı işin uzmanı olduğu hissini veremiyor, sadece sakarlıkları mı engelliyor onu?
Tüm bunlara rağmen film, kocasıyla beraber birçok sıkıntıya katlanan, çocukla beraber eli kolu daha da bağlanan, belki de çok sevdiği işinden olan (isteyerek ya da zorla) hayattaki ana hedefi çocuğu ve kocası olan kadınlara sıkışmış oldukları yerde bir parça nefes alma imkanı veriyor. Yani tabiri caizse biriken gazı bir parça alıyor…
Okuldu, iş yaşamıydı, geç gelen evlilikti, belki talihsiz boşanma ardı başka bir evlilikti derken hayatında olması gereken bir çocuğu ancak düşünebilen 40’lı yaşların kadınına seslenen bir film. Gidin mutlaka çok eğlenerek çıkacaksınız filmden…
Sevgiyle kalın,
Ayşegül Er Özgüner