Burcu Aksongur, Uzman Psikolog
EVLİLİK ÜZERİNE…
Önce iş sonra eş bizlerin hayatında çok önemli yer tutuyor. Hayatta bizi mutlu ettiği kadar mutsuz da edebiliyor. Doğru eş seçiminde sizce nelere dikkat etmeliyiz? Mükemmel eşler var mıdır? Bunun bir sırrı var mıdır acaba?
Aslında tam mükemmel tabiki siz kendi diğer bir yarınızı arıyorsanız o yok.
Yok mu sahiden?
Tam sizin aynınız yok. Sizi tamamlayan biri olabilir ama tam sizin aynınız yok. Şöyle düşünelim, aynı ailede büyüyen iki kardeşin ne kadar farklı olduğunu düşünürsek daha farklı bir ailede büyümüş, daha farklı bir çevrede büyümüş, farklı kişilikten olan bir kişiyle oluşturduğu duygusal bağda da tamamen birebir aynınız olmasını bekleyemiyoruz. O yüzden mükemmeliyetçilik aslında mükemmel eş seçmek demek bazen de kendimiz gibi olsun istediğimiz kişiler. Bizim bakış açımızda, bizim gibi dursun, bizim gibi yatsın, bizim gibi uyansın, bizim gibi kalksın gibi. Sanki öyle bir beklentimiz var gibi. Ama bu yok tabiki.
İnsan kendi gibisine de aşık olmuyor zaten, gidiyor kendinden bambaşka birine aşık oluyor…
Bazen aktarım yapıyor insanlar. Tam zıt kendinde olan eksikleri tamamlayabilecek, kendinde eksik gördüğü şeyleri karşı tarafa yansıtarak oradan aynalıyor aslında. Nasıl yapıyor? İşte kendisinde bir özgüven eksikliği varsa daha sosyal, daha özgüveni yüksek bir kişiyi gerçekten tercih edebiliyor. Şimdi burada iki yönlü bir şey var. Ama bu ne kadar doğru ne kadar yanlış, doğru eş seçimi baktığınızda aslında bazı kuramlar var bununla ilgili. Bir tanesi diyor ki bir üçgen var ve bu üçgenin ayakları var. Ayaklardan biri aynı yöne bakacaksınız diyor, diğer ayak tutku olacak arada. Böyle bir etkileşim olacak. Diğer ayak da arkadaşlık olacak. Üçünü tamamladığınız kişi de mükemmel aşk dediğimiz şeyi bulabiliyoruz.
Tutku, arkadaşlık, diğeri de aynı yöne bakacaksınız…
Aynı yöne bakmak, bir konuda karar alırken aynı yöne bakmak. Geleceğe dair benzer planların oluşması gibi. Aranızda bir tutku var. Tutku ne aslında bu sadece cinsellik gibi bir şey değil tutku şöyle bir şey onun yanında olmak istemek, görmek istemek, onunla vakit geçirmek istemek. Bütün bunlar aslında tutkunun belirtisidir. Bir süre sesini duymadığınızda sesini duymak istemek, bütün bunlar aslında tutkunun içerisinde. Diyelim ki tutku var, arkadaşlık var, yani güzel vakit geçiriyorsunuz ama evlendikten sonra birinizin hedefi tamamen çocuk sahibi olmak, diğerinin asla böyle bir düşüncesi yok. Ayaklardan biri maalesef gitti. İşte zaten sorunlar orada ortaya çıkmaya başlıyor. Ya da aynı yöne bakıyorsunuz arkadaşlık da var ama tutku yok. Burada da mutlaka eksikler oluyor. Tutku var, aynı yöne bakıyorsunuz ama arkadaşlık yok, beraber vakit geçirmekten zevk almıyorsunuz. Bu da gün içerisinde sizin yapacağınız bütün faaliyetlerde ya da boş zamanlarınızı değerlendirmekte demek ki beraber aynı müziği dinlemiyorsunuz. Aynı şeyi yapmıyorsunuz. Biriniz açık hava seviyor, biriniz alışveriş seviyor. O zaman zaten bir süre sonra yine çatırdamaya başlıyor. En başa dönersek mükemmellik değil ama bu üçünün tamam olduğu ilişki %75-80… Tamam hani bu kadının ya da adamın bazı eksiklikleri var ama çoğu noktada anlaşıyoruz. Bir sorun olduğunda kriz olduğunda çözebiliyoruz, dediğiniz kişiyle mükemmele yakın bir evlilik kurabilirsiniz.
MUTLU EVLİLİĞİN SIRRI…
Eşimizi bulduk, peki mutlu evliliğin bir sırrı var mı?
Çiftlerden ikisinin de bunun için çaba sarf etmesi gerekiyor. İlişkiyi canlı tutmakta fayda var. Çok ufak şeylerle aslında ilişki canlı tutulabilir. Aslında ben dönüp dolaşıp çiftlerle yaptığımız çalışmalarda en çok kişilerin değersiz hissettiğini görüyorum, ilişki içerisinde. Bir evlilikte değersiz hissettiği zaman kişi yavaş yavaş alttan sorunlar ortaya çıkmaya ve dürtmeye başlıyor, bu evliliği. O yüzden belki de ilk temaşe karşındaki kişiye değer gösterdiğini, değer verdiğini hissettirmek lazım. Bu nasıl olur? Sözle olmuyor her zaman. “Sana değer veriyorum” diyorlar ama diğer taraftan bakıyorsun değer veren kişinin şunları şunları yapması gerekir diye düşünüyorsunuz. O zaman davranışlarla birbirimizi hep canlı tutmak lazım.
Olumsuzluktan herkes kaçıyor. Günümüzde hele özellikle çok çabuk kaçılıyor. Olumsuzluk değil daha olumlu bakmak, olumlu havayı yürütebilmek. Tepkiler verilirken konuşmayı seçmek. Küsmek, ağlamak, kırılmak, evi terk etmek… Bunların hiçbiri pek çözüm değil aslında. Ne istediğinizin farkına varıp istediğiniz, eksik olduğu noktayı karşı tarafa söylemek. Karşı tarafın da bunu karşılamasını beklemek lazım… Biz de kültürel olarak da bazı sıkıntılar var. Erkek kadın ilişkisi içerisinde evlendikten sonra erkeklerin çok enteresan bir şekilde çok kopuk bir bağı da olsa ailelerinin müdahalesine açık hale geldiklerini görebiliyoruz. Ya da burada algıda mı bir değişiklik var, kadınlar mı böyle hissediyor bunu bilmiyorum. Bunu tam çözemiyorum ama aileler de çok ciddi sorun haline gelebiliyor.
Çocuktan sonra da ilişkide bir değişiklik oluyor herhalde…
Kesinlikle, zaten evlilik doyumu üzerine yapılan araştırmalarda 0-6 yaş çocuğu olanların en az evlilik doyumu sağladıklarını gösteriyor. Yani orada gerçekten zor yıllar. Uykusuz, fiziksel olarak bile çok fazla yorgun olunan, pek çok şeyi anne baba da tabi ilk anne babalığı orada öğreniyor. Pek çok faktör oluyor. Bu çocuk niye hıçkırdı, bunun niye burnu aktı? Bunların hepsi aslında bir sorun. Mesele aile içi bunu nasıl çözüyorlar. Çocuk uyumadığı zaman çiftler uzaklaşabiliyor. Tabi bir de anneye bağlanma dönemi var. O dönemlerde anneyle çocuk çok bağlı oluyor. Eş biraz ikinci plana atılıyor gibi oluyor. Gibi derken o dönem aslında zor, evlilik doyumunun düştüğü bir dönem.
6 yaştan sonra biraz daha düzeliyor…
Biraz daha düzeliyor. Bu sefer okul başlıyor. Okul sorunları. Aslında baktığınızda yapılan araştırmalarda gene çocukların evden gittiği dönem evlilik doyumunun en yüksek olduğu dönem olarak bulunmuş. Bu da değişik bir tespit…
Peki siz biraz önce ucundan kıyısından değindiniz. Eşlerin ailelerinin evlilikteki rolleri ne olmalı?
Destekleyici olmalı, ama müdahaleci olmamalı.
Doğan Cüceloğlu’nun bir örneği vardı. Yurtdışında yaşayan bir çift, ikisinin ailesi de Türkiye’de ama aileler yüzünden ta orda kavga edebiliyorlarmış.
Biz buna göbek bağı kesilmemiş yetişkinler diyoruz. Hani aileyle, annesiyle ya da babasıyla göbek bağını kesememiş kişiler var. O göbek bağı kesilmediği sürece istediği kadar uzakta olsun yani biri Amerika’da biri Türkiye’de olsun kesinlikle oradan buraya yetişilebiliyor. Çünkü zihin hep orda, algı o yönde. Yani benim de danışmanlık yaptığım bazı çiftler gerçekten çok şaşırdığım durumlar olabiliyor. Senede 15 gün görülen bir aile geri kalan 350 günü zehir edebiliyor. Sadece 15 gün görüyorlar aileyi. Ama telefon etmeleri sorun, onlardan gelen telefonlar sorun, her şey sorun ve gidilen o 15 günde bütün bir yıla etkisi oluyor. Bu çift de 4-5 kere ayrılmış. Çok ciddi sorunlar yaşamışlar, olabiliyor, çok enteresan bir şekilde.
Ne olmalı? Bizim hep çiftlere önerdiğimiz şey şu oluyor, siz artık yeni bir ailesiniz. Siz artık bir ailesiniz. O ailenin bir parçasısınız evet ama o aileden kopup yeni bir yuva kurdunuz ve bu yuvanın farklı dinamikleri var. Buna uyum sağlamak lazım. Çiftin dışarıyla olan ilişkisini ki bu aileleri de olsa kişilerin bu bir ilişkidir, dışarıdır. O dışarıyla olan ilişkiyi yönetmek lazım. Anahtarın kızın annesinde ya da erkeğin annesinde olduğu bir evde onlar işe gittiğinde gelip eşyalarının değiştirildiği bir evde nasıl sağlıklı bir ilişki beklenebilir. Ya da işte farklı şekillerde devamlı gelini kıyaslayan kayınvalideler ya da işte erkek olan eşi bir şekilde eleştiren, devamlı onun yetersizliğini yüzüne vuran bir anne baba, diğer kişinin anne babası tabiki mutlaka olumsuz etkiliyor. Burada her iki eşin de şöyle yapması lazım. “Hayır anne o benim eşim. Ben ona sahip çıkıyorum ve kesinlikle bu tür eleştirilerini, şu şekilde konuşmanı istemiyorum deyip oradaki o ilişkiyi, ikisini de yönetmesi lazım. “Her gün annemlere gidelim”, gidelim de diğeri istiyor mu? Annemlere gidelim mi, bugün şöyle yapalım, yarın şöyle yapalım mı? olması lazım. Şimdi anne arıyor, yemek yapıyor, “Oğlum bugün işten gelirken bize uğrayın yemeğinizi yiyin öyle gidin, diyor. Tamam anneciğim, diyor. Eşi arıyor, annemlere gidiyoruz diyor. Tamam işte. İstemiyor çünkü. Çünkü yeni evli bir çiftin başbaşa belli şeyler yapması lazım. O evlilik yaşamını sürdüremiyorlar ondan sonra. İşte oradan sorunlar patlak veriyor.
Sağlıklı anne, baba, çocuk ilişkisi nasıl olmalı?
Her şeyden önce iyi bir çift olmak lazım. Şimdi çocuk büyütmek çok zor bir iş. İnsanlar niye evleniyor. Birbirlerine destek olabilmek adına evleniyor. Şimdi bu desteği sağlayabildikleri zaman, iyi çift olabildikleri zaman iyi anne baba da oluyorlar. İyi çocuk oluyorlar. Bütün bunlar hani baktığınız zaman birbiriyle aslında bağlantılı. Çocuklarını da güzel yetiştirebiliyorlar. Örneğin anne babanın devamlı çatıştığı bir evde zaten ortak kural olmuyor. Ortak kural olmadığı zaman çocuk kendini ortak bir zeminde hissetmiyor. Aile içinde hissetmiyor. Güvenli bir ortamda hissetmiyor, kendini. Bütün bunlar aslında çocuğun temeli için de iyi bir evliliğe ihtiyacı var.
Çocuk evliliği kurtarır derler, sizce bu ne kadar doğru bir anlayış?
Çocuk sadece oyalıyor. Çünkü zaten temeli sağlam olmayan bir binayı inşa etmeye çalıştığınızı düşünün. Hani en ufak bir depremde yıkılır. Aynı bu şekilde çocuk biraz oyalayabiliyor anneyi. Tabi çok da sıkıntılı bir durumdaysa annede de bazı ilişkiler depresyondan tutun da belli başlı ilişkideki sorunlar pek çok şeyi de tetikleyebiliyor. O nedenle eğer anne biraz daha sağlıklıysa zihinsel olarak, ruhsal olarak çocuğuyla bazen aktarım yapıyor. Hani eşinden alamadığı sevgiyi çocuklarına aktarabiliyor. Onları birazcık büyütüyor ama tabi hep bunlarda tek başına kalıyor. Ve belli bir süre sonra tabi evlilikteki çocuklar büyüyüp bazı şeyler ortaya çıkınca evlilikteki sorunlar da sadece ertelenmiş oluyor. Ortadan kalkmıyor aslında. O yüzden çocuk evliliği kurtarmıyor. Çok nadir şöyle bir şey olabilir. Çocuk sahibi olduktan sonra diyelim ki çok sorumsuz bir eş bir anda çok farklılaşabilir. Çocuğuyla olan bağı çok iyi olabilir. Hani o tür durumlarda olabilir ama çok ciddi sorunlar olan çatışmalı evliliklerde biraz zor oluyor, bu durum.
Çocuğun yaşı kaç olursa olsun herhalde her çocuk boşanmadan olumsuz etkilenebiliyor. Ama şu yaşlarda çocuğu olan anne baba dayanabiliyorsa dayansın, boşanmasın diyebileceğiniz bir yaş var mı?
Genelde 7 yaşından sonraki çocukların, 7-12 yaş arası çocukların, tam ergenliğe gelmeden 7-11 yaş olabilir. O dönemde biraz daha sağlıklı atlattıkları söylenebilir. Ama bu da kesin değil. Çünkü anne baba bu süreci nasıl yönetiyor? Yaştan ziyade bu süreç nasıl yönetiliyor, o çok daha önemli. 7 yaşından önce niye biraz daha sıkıntı olabilir? Çocuk suçluluk duygusu hissedebilir. Orda onu tabiki o dönemde boşanmayın demiyoruz ama sonuç olarak o dönemde biraz daha şunun altının vurgulanması gerekiyor, çocuk için, “senin suçun değildi”. Aslında yapılacak açıklamalar, yaklaşım hangi yaşta olursa olsun çocuk, hani 3 yaşından sonra benzer olması gerekiyor. Ama 3 yaşından önce diyelim ki boşanma yaşayan bir çocuk babanın niye gittiğini sözel olarak anlamayabilir. 3 yaştan öncesi biraz daha sıkıntılı aslında.
Peki boşanıp yeniden evlenmiş kişiler evlendiği kişinin çocuğuyla nasıl ilişkiler kurmalı?
Bunu çok sağlıklı yürütebilenler olduğu gibi çok sağlıksız bir ilişki yaşayanlar da olabiliyor. Önce bir arkadaşlık ilişkisi kurmak bir anne baba yerine geçmemek. Aslında ilk şey o gibi. Bir öğretici ya da bir sınırlandırıcı gibi, anne baba gibi değil oyun yoluyla çocuğa ulaşıp önce oyunla ve iletişim kurarak önce kişilerin yavaş yavaş çocuğa kendini sevdirmesi olabilir. Dediğim gibi bunu çok rahat kabul edip bu ilişkiyi çok güzel sürdüren çocuklar olabildiği gibi karşı tarafın fazla müdahaleci, fazla ebeveyn gibi davranışlarından çok rahatsız olup bu durumdan çok hoşlanmayan çocuklar da olabiliyor. Bu durumun aslında gene yetişkinler tarafından yönetilmesi gerekiyor. Çocuğun kendi anne babasının yerine geçileceği iddiasında bulunmamak gerekiyor.
Ergenlik döneminde daha zor oluyor uyum, ondan önce biraz daha kolay olabiliyor. Çocuğun iyi bir mesela baba modeli yoksa, babayla sık görüşmüyorsa böyle abi gibi bir bireyin varlığı annesinin eşi çocuğa güzel bir model olabiliyor. Burada yalnız gene çiftin düşünmesi gereken şöyle bir nokta var. Çiftin belli noktalarda annenin ya da babanın kendi çocuğunu çok koruyucu, kollayıcı değil çünkü bu çift başka bir çocuk da dünyaya getirebilirler. Gene o çocuğa nasıl davranacaklarsa bu çocuğa da öyle davranmaları gerekiyor. Çünkü bazen boşandıktan sonra da aynı şey yapılabiliyor, çocuğa yetersiz bir ortam sağladığını düşünen, suçluluk duygusu duyan anne babalar çocuğa ekstradan yapmayacağı şeyleri yapmaya, sınırları genişletmeye başlayabiliyorlar. Şimdi bunun yapılmaması var olan düzeni, var olan kuralların, disiplinin aynı şekilde verilmesi gerekiyor. Burada da anne ya da babanın tabiki uyanık olması lazım, diğer kişiye karşı. Çocuğunu anlaması lazım, çocuğuyla iletişim kurması lazım ama bir imtiyaz göstermemesi gerekiyor. Karşısındaki diğer kişi eğer sağlıklı bir bireyse ve iyi bir ilişkileri varsa ona karşı da hep çocuğunu devamlı korumaması da gerekiyor. Çünkü bu da bu sefer hem ilişkideki dengeyi bozar, hem de çocuğun bunu kullanmasına maalesef sebebiyet verebilir. Bu güzel bir aile içi etkileşimi, iletişimi kurulmaz o zaman.
CİNSELLİK ÜZERİNE…
Evlilikte cinsellik sizce ne kadar önemlidir?
Çok önemli. Pek çok çiftin aslında cinsellikten çok uzak yaşadığını görebiliyoruz. Özellikle çocuk olduktan sonra tamam bu azalabilir, belli dönemlerde sekteye uğrayabilir. Ama cinselliğin olmadığı bir evlilikte ayaklardan bir tanesi eksik oluyor. Tabi buna bir ihtiyaç olarak bakıldığı zaman, belli bir süre aç kalan insan belli bir süre sonra yemek ihtiyacını doyurmaya çalışıyor. Aynı şekilde susuz kalan insan su… Bunun dayanma süresi tabiki daha fazla. Ama cinselliğin olmadığı bir evlilikte tabiki bu da belli bir süre sonra kişileri öfkeli bir hale dönüştürebiliyor. Öfkeli, uzak, birbirine dokunamayan, gittikçe uzaklaşan iki ayrı birey haline ve ev arkadaşlığına dönüşüyor bu. Belli bir süre sonra ekonomik özgürlük varsa, zaten benim ekonomik özgürlüğüm var hayatım rahat deyip başka biriyle başka bir mutluluk yaşayabilirim inancı oluşuyor bu sefer. O zaman da çiftlerin gittikçe birbirinden uzaklaştığını ve evlilik dışı ilişkilere daha açık ve duyarlı hale geldiklerini görebiliyoruz.
Cinsellikte yaşanan sorunların temelinde sizce ne yatıyor?
Her şeyden önce yanlış bilgi… Birbirini sevmeyen, sevmeyi öğrenmemiş anne babalar, birbirine olan sevgisini saygısını çocuk yanında göstermeyen anne babalar, cinsellikle ilgili çok yoğun tabular, yanlış inançlar, yanlış düşünceler, cinselliğin yasak olması ama sadece yasak değil onun dışında bunun altında mesela çok değişik cinsel organıyla ilgili birtakım hurafelerle büyüyen çocuklar var. Şimdi öyle olduğu zaman evlendiği gün, hadi eşinle cinsel ilişkiye gir demek gerçekten çok zor. Anlatılan hikayeler vs. o kadar korkunç ki… Özellikle de herhalde bu tür hikayeler anlatılıyor çocuklar özellikle de kız çocukları kendilerini korusunlar diye.
Erkek çocuklarının dramı daha kötü. Bir ilişkiyi yaşaması için genelde geneleve gidiyorlar. Orada farklı bir durum yaşanıyor. Orada bir kere bir yetersizlik ya da işte başarısız bir deneyim olursa bu mesela ömür boyu gidebilen bir süreç. Erken boşalmada, sertleşme bozukluğunda biz mesela bunların temelinde çok fazla olduğunu görüyoruz. Onun dışında kalabalık ailelerde işte toplumuzda çok fazla birtakım yanlış ensest dediğimiz ilişkiler olabiliyor gibi gibi bütün bunların sonucunda işte böyle bir erkeği böyle bir kadını evlendiriyoruz. Düğün gecesi diyoruz ki cinsel ilişkiye girin. Olmuyor. Yani olsa bile tabiki bazıları buna açık olup kendilerini geliştirmiş doğru bilgi alabilmiş olabiliyor ama onun dışında çoğu kadında suçluluk duygusu, çoğu erkek de eşine kutsal gözüyle bakıyor, özellikle anne olduktan sonra ve cinsel ilişki yaşayamaz iki kişi haline gelebiliyorlar. Böyle böyle cinsel sorunlar başlıyor.
Cinsel problem yaşayan yetişkinler terapiye nasıl ikna oluyorlar? Sorunum var diyebilmek herhalde çok büyük bir aşama… Sorun yaşadığı halde gelmeyen çok kişi vardır herhalde?
Sorun yaşadığı halde gelmeyen çok kişi var. Kadınla ilgili bir sorun varsa Vaginismus gibi, zaten cinsel ilişkiye giremedikleri için belli yöntemler denedikten sonra eşinin de çok desteği olarak geliyorlar.
Sorun kadın da olunca geliyorlar 🙂
Kadın da olunca… Ya bir de şöyle bir noktaya geliyor Vaginismus hastalığı diyelim, artık hamile biri gördüğü zaman ağlıyorlar. Kendini gerçekten oldukça yetersiz görüyorlar. Eşine haksızlık yaptığını düşünmeye başlıyorlar. Eksik görmeye başlıyorlar ve böyle bir süreç sonunda çözüm istiyorlar.
Diğer yandan tabi bu konuda açılmak çok kolay olmuyor erkekler için de. Diyelim ki erken boşalma ya da sertleşme sorunu dönemsel olduysa daha çabuk çözüme odaklı oluyorlar. Diyelim ki 35 yıl hiç sorunu olmayan bir erkeğin 35 yaşında yavaş yavaş böyle şeyler hissetmeye başlaması hemen çözüm için aslında bize ulaşmasını sağlıyor. Ama onun dışında bazen de çok daha derinse çok daha ilerleyen yaşlarda bile görebiliyoruz. Hani kişi 55-60 yaşına gelmiş ama bu sorunu çözmek için artık ben bu sorunu çözmek istiyorum, diyen kişiler de olabiliyor. Ya da bir şekilde bu da toplumun belki bilinçlenmesi ile ilgili belki bilgiye artık daha kolay ulaşıyor insanlar. İnternetten sorguluyor, sorguladığı zaman bunun tedavisi terapisi olduğunu görüyor ve o zaman da çözüm için başvurabiliyorlar.
ÇOCUKLARDA CİNSELLİK ÜZERİNE…
Çocuklarda cinsellik nasıldır? Çocuklar da mastürbasyon yapıyor öyle değil mi?
Bu pek bilinmiyor. Aileler çok hassas bu konuda. Çok büyük tepkiler verebiliyorlar, çok abartılabiliyor. Çocuk mastürbasyonunda da iki türlü şey var. Birincisi bir şekilde altı değiştirilirken bir şey yaparken kendisi hani bir şekilde temas edip orada bir şey keşfedip onu devam ettirebiliyorlar. Bir haz, hafif bir haz ama bu kesinlikle yetişkin cinselliği mastürbasyonu gibi değil. Bunu düşünmemek lazım. Davranışsal boyutta bir şey. Bir bu var ikincisi; çocuk çatışmalı evliliklerde, çatışmalı bir ailesi varsa, çocuğun çok baskın bir ailesi varsa, kontrol edebildiği hiçbir şey yoksa, mükemmeliyetçi bir ailesi varsa o zaman sadece kendinde kontrol edebildiği bir şey oluyor o ve ona kayıyor. O zaman bunu çözmek daha zor oluyor. Çünkü bu faktörleri ortadan kaldırmak gerekiyor. Ama diğer yandan bunu davranışsal olarak öğrenmiş bir çocuğun iç huzuru var, genel olarak başka bir sorun tespit edemiyorsak bu belli bir süre sonra zaten kendi kendine sönecektir.
Ailenin alması gereken bazı önlemler var tabiki. Hangi dönemde bunu yaptığını kontrol edip odasında yapması sağlanabilir. O dönemlerde dikkatini başka yöne çekmek gibi bu tarz davranışsal değişikliklerle aile bunu çözebiliyor.
Tepki vermeden ama dikkatini dağıtacak şekilde…
Evet, evet… Tepki vermek de şöyle çocukta o kadar hassas bir konu ki bu sefer de ilerki cinsel hayatı etkilenecek. Yaptığının yanlış olduğunu düşünen bir çocuk ilerde de yaptığının hep yanlış olduğunu düşünecektir. Bunun da olmasını istemediğimiz için çok fazla uyarı iyi değil. Ama bunun belli bir mahrem sınırı içinde olması zaten mahremiyet duygusunu 2-3 yaştan itibaren vermek lazım. Onunla birlikte bu da verilebilir.
Peki çocuğumuza mahremiyet duygusunu nasıl verebiliriz?
Mahremiyet duygusu en kolay, hani bikini bölgesi, mayo giydiğimiz yerleri hiç kimsenin görmemesi gerektiği sadece banyo yaparken mesela annesinin ona yardımcı olabileceğini, banyo yaparken onu kimin görebileceğini bile söylemek lazım. Başka hiç kimsenin onun izni olmadan hatta anne babasının bile onun izni olmadan oralara dokunamayacağını sadece işte biz sana tuvaletini yaparken yardımcı oluyoruz, gibi bunu devamlı vermek lazım. Öyle bir durumla karşılaştığında çocuk bunun yanlış olduğunu başkası dokunmak istediğinde, bir başkasıyla ilgili bir durum olduğunda bunu anlayabilecek duruma gelmiş oluyor. Aynı şekilde bunun odada yapılması gerektiğini, herkesin içinde yapılmaması gerektiğini, bahsettik ya bikini bölgelerimizi kimsenin görmemesi gerektiğini diye, o yüzden odanda olması çok daha iyi olur gibi. Odaya doğru yönlendirebiliriz.
Çocuğun cinsellikle ilgili sorduğu sorular nasıl cevaplanmalı?
Gerçekçi doğru bilgi her zaman aslında yaş düzeyine göre farklılık gösterir ama ilk önce zaten çocukların merak ettiği şey çocuk, anne karnından itibaren bir cinsel kimlikle doğuyor. Ben kimim, benim cinsiyetim ne? 0-3 yaş ve 3 yaştan sonra bunlar oluşmaya başlıyor. Ondan sonra zaten daha çok bunlar merak ediliyor. İyi bir model olan anne babada zaten kız çocuk anneyi, erkek çocuk babayı model alıyor. Buna göre kızların ve erkeklerin yaptığı ve yapacağı şeyler oluşuyor. Bunun dışındaki cinsellikle ilgili sorular, muhtemelen dışardan duyulmuş ya da gerçekten çocuk çok zeki olup bunun kurgulamasını yapmış olabilir ya da bir bağlantı kurmuş olabilir. İşte ölüm de sorulur mesela 5-6 yaşlarda. Merak edilen bir konudur. Cinsellik de… Bize niye bu kadar şey geliyor, çocuk aslında binlerce soru soruyor gün içerisinde? Diğerlerinin cevabını çok rahat verebiliyoruz. Niye orada takılıyoruz? Ölüm ve cinsellik olunca bunu nasıl söyleyeceğimizi bir türlü bilemiyoruz. Aslında işte gerçekçi yalın bir bilgi çocuğun bu konudaki soru işaretlerini kaldırıyorsa zaten çocuk kurcalayıp devamını getirmez. Ama siz erteledikçe, siz bu konuya farklı tepki verdikçe çocuk burada kurcalanması gereken bir şey var hissiyle devamını getirebiliyor.
Çocuğun cinsel kimlik seçiminde ailenin etkisi nedir?
Her şeyden önce bu cinsel tercih farklılığının genetik mi olduğu yoksa sonradan mı öğrenildiği ilgili elimizde yapılan araştırmalar var ama kesin bir şey yok. Bu nedenle tabiki pek çok konuda olduğu gibi psikolojide de tam bir yüzde yüzlük yok. Ama şunu görebiliyoruz. Eğilimin daha fazla olduğunu görüyoruz. Devamlı bebekle oynayan, işte kız çocuğu gibi giydirilen erkek çocuklarının cinsel tercihlerinin farklı olduğunu ya da cinsel kimliğini tam olarak oluşturamadığını görüyoruz. Çünkü ne olacak, çocuk küçükken arabaya yönelecekken etek giydiriliyorsa, saçı uzatılıyorsa, kız gibi davranılıyorsa… Aileler olağan davranışları pekiştirebiliyorlar. Altyapıda böyle bir şey varsa, genetikte böyle bir şey varsa bunun pekişmesine ve bu yöne kaymasına neden olabiliyorlar. Bu bir nokta.
Diğer nokta çocuğun o yaşta cinsel kimlikle ilgili zaten kendiyle ilgili bir fikri oluyor. Ben kızım, ben erkeğim. Erkekler şöyle yapar, kızlar şöyle yapar. Şimdi bunlara bakmak lazım. Erkek çocuk bebekle oynamayı seviyor olabilir ama ben erkeğim, erkekler şöyle yapar, böyle yapar diyebiliyordur, olabilir. Burada bir şey yok. Bir de farklı bir androjenlik de var. Biraz daha erkek yetişkin olduğunda hem kadın hem erkek işlerini yapabilen kişiler var mesela. Bunlara da androjen deniyor. Bu böyle mi yoksa cinsel tercih nedir? Buna bakmak lazım. Cinsel tercih de zaten ergenlikten önce oluşmuyor. Hani cinsel dürtüsü kime karşı oluşacak?
Çocuğumuzu niye biz bilgilendirmeliyiz?
Biz bilgilendirmeliyiz çünkü dışardan özellikle günümüzde çok çok yanlış bilgiler edinebilir. Sizin doğru bilgilendirmeniz yerine çok yanlış bilgilerle cinsellikle ilgili çok farklı bir taban oluşturabilir. Bunlar çok kötü, o yüzden anneyle babanın birbirini sevdiğini, o sevgiden bir çocuk doğduğunu, annede yumurtalar olduğunu, işte annenin karnında çocuğu muhafaza edecek bir organ olduğunu, o organla büyüttüğünü, o organın ısısının çocuğa göre olduğunu falan söylersek bu soruların arkası kesilir.
ZEKA GENETİK BİR ŞEY…
Çocuklarda zeka gelişimi ne zaman başlıyor?
Zeka genetik bir şey. Diğerlerinden daha net bir şekilde bunu ayırabiliyoruz. Aslında zeka, genetik olduğu için anne karnında başlıyor. Ama zeka da tıpkı diğer konularda olduğu gibi çevresel faktörlerden etkilenen bir şey. Şimdi çok zeki bir çocuk hani onu durduramazsınız evet zekası çok yüksektir ve hangi koşulda olursa olsun o yüksek zekanın belirtilerini görürsünüz. 6-7 çocuklu, belli imkanlardan yoksun bir ailede bile zeka belirtileri gösterir. Öğretmenleri onu fark eder, keşfeder. Orada bir farklılık olduğunu bilir. Ama zeka da tıpkı diğer konularda olduğu gibi durduğu yerde duran bir şey değil.
Zeka, aynı zamanda öğrenmek ve öğrendiği bilgiyi tekrar kullanabilme becerisidir. Öğrendiği bilgiyi kullanamayan bir kişinin zekası da çok da bir işe yaramıyor açıkçası. Ya da öğrenme imkanı yoksa bu zeki kişinin o zaman da gene bu zeka düzeyi gerilemiş olabilir. Körelebiliyor yani çünkü yaşına göre ölçüyorsunuz aslında. Çocuğun net zekasını 6 yaşından itibaren ölçebiliyoruz. Mesela 7 yaşında zeka testi yapın bir çocuğa parlak zeka çıksın ama siz bu çocuğu işe verin çalıştırın, sanayiye gönderin, hiçbir imkan tanımayın, iyi bir usta olabilir, mekanik şeyleri yapabilir düzeye gelebilir. Ama baktığınız zaman muhtemelen 16-17 yaşında ölçtüğün zaman zekasını öğrenme kısmı olmadığı için zekası parlaktan normale düşecektir. Muhtemelen yani. O yüzden çevresel faktörler ve öğrenme imkanları zeka için çok önemli.
Çok zeki olmadığı halde çalışan, kendisine sürekli veri yükleyen biri, çok zeki olup bunu kullanamayan birinden her zaman daha mı önde olur?
Bana göre öyle. O zekayı kullanabilmek için uygun imkan lazım. Bir kere ülkemizde bu yönde bir eğitim olanağı çok fazla yok. Hani çocuğu keşfetseniz bile evet şu anda belki bir iki bilim sanat merkezi var, bir şey var, bir iki kolej açılıyor bu yönde eğitim yapılabiliyor ama bu yönde çok fazla hani zeki çocuğa o zekayı kullanacağı imkan sağlanmıyor. Normal zekalı çocuklarla aynı sınıfa oturtuyorsunuz bir kere. Çocuk sıkılıyor. Kendine uygun bir ortam bulamıyor. Tıpkı özel eğitime ihtiyaç duyan 70’in altındaki zeka düzeyine sahip bireyler gibi belli bir düzeyin üstünde zekaya sahip çok zeki çocuklar için de ayrı bir özel eğitim imkanı yapılması lazım zaten. Çünkü aile de anlayamıyor.
Yüksek zeka bir çocuk ve diyelim ki çocuk sıkıldı, bir şey yaptı sınıfta, bir şekilde çocuk etiketlendi. Tamam sınavları çok iyi yapıyor ama onlar çizgi çizmekten hoşlanmaz, niye çizsin çocuk. Çizginin, harfin yaradılışını sorgulayan bir çocuk çizgi çizmekten hoşlanmaz. O zaman da aslında normale uymamış oluyor. Normale uymadığı zaman bu sefer etiketleniyor. Sistemli çalışmayla bir yere gelen bir çocuk üzerine kata kata gider. Hayatta da görüyorsunuzdur, zeki insanların bazı avantajları olabiliyor ama çok çalışan kazanıyor aslında. Çok çalışan bir yerlere gelebiliyor. O yüzden küçük yaşta zekadan ziyade sorumluluk sahibi bireyler yetiştirmek çocuklara bu tür çalışmanın iyi bir şey olduğunun vurgulanması aslında diğerlerinden daha önemli hale geliyor.
İmkanı olmadığı halde çok zeki olan dahi çocuklar hakkında ne söyleyeceksiniz peki?
Ben zekanın genetik olduğuna gerçekten çok inanıyorum. Öyle ailelerin getirdiği çocuklar var ki… Babasına bakıyorsun, annesine bakıyorsun çocukla karşılıklı oturup çalıştığında gözlerine inanamıyorsun; biliyor, yapabiliyor. İmkan verilen çocuklar değil hepsi, çok zeki çıkıp aradan. Ama bir farklılık hissediliyor işte. Biz çocuklarımıza çok iyi eğitim imkanı sağlasak da zekası belli bir düzeyde kalıyor. Görüyorsunuz yani.
Peki anne zeki, baba zeki, bunlar çocuklarının zekasını açmıyorlar mı sizce de?
Daha çok uyaran dediğimiz şey genelde o zaten. Ama bizim burada bahsettiğimiz dahi grubundaki çocuklar, hiçbir uyaran olmadan, kendi kendine uzayı merak ediyor. Kendi kendine bir şeyleri araştırıyor, bir şeyler yapıyor, baktığınız zaman kendi kendine şiir yazabiliyor, bir şeyleri çözebiliyor. Çok üzerinde durulup bir şey verilmeden… Tabi ki hani belki özen göstermiştir ailesi ama. Öğrenme kısmını düşündüğünüz zaman zeka puanı da artabiliyor. Öğrenme kısmını yarıda keserseniz dışardan bir şeyler almadığı zaman uygun ortam olmadığı zaman bu çocuk ne olacak tabiki zekası da körelecek.
Aileler çocuklarının zeki olduğunu nerden anlayabilirler?
Çok erken yürüyorlar, çok erken konuşuyorlar, erken oturuyorlar, çok güzel cümleler kuruyor, sorguluyor, kolay ezberliyor, birkaç bilgiyi birleştirip bir yoruma varabiliyor. Bunlar aslında pek çok çocukta olabilecek özellikler ama baktığınız zaman o çocuklarda bir farklılık olduğunu, daha çok okul öncesinde, ama sınıfta da tespit edilebiliyor. Çünkü diğer çocuklardan onu ayıran bir şey oluyor. Diğer çocuklardan daha önce yapıyor, bitiriyor. Diğer çocukların çözemediği bir matematik sorusunu kafasından zihinsel olarak çözebiliyor. Sayıları daha erken öğreniyor. Okuma yazmayı kendi kendine öğreniyor. Kendi kendine bir enstrümanı çözebiliyor. Kendi kendine bir şeyleri çözebiliyor çocuk. Buralardan anlaşılabiliyor.
AİLELER ÇOCUKLARININ ZEKALARINI AÇMAK İÇİN NELER YAPABİLİR?
Peki aileler çocuklarına nasıl katkı sağlayabilir, zekalarını açmak için?
Her şeyden önce şu var; yaşayarak öğrenmek çok önemli. Diyelim ki çocuğa ilkokulda yarım ya da çeyrek kavramını vermeye çalışıyorsunuz. Aslında siz ona 3 yaşında bir oyunla işte 2 yarım parçayı birleştirip bütün yapıyorsanız, onu çeyreklere ayırabiliyorsanız, bu tarz oyunlar oynuyorsanız. Bunu isterseniz doğada yapın, isterseniz farklı zeka oyunlarıyla yapın, isterseniz başka türlü yapın. Bunu yaptığınız zaman zaten ilkokula hazır hale getirmiş oluyorsunuz.
Hiç sayıdan bahsetmediniz, 3 yaşında kreşe verdiniz çocuğu. 1 yaşından itibaren belli kitaplara bakılan, o kitaplarda sayılar söylenen, sayılan, asansöre bindiğinde hadi 4’e bas denilen çocuk, onları sayan çocuk, bir şekilde posta kutusunda sayıları gören ve sayıları bilen çocuktan tabiki farklı. Hiçbir şey verilmemiş çocuk orda bir kere 1-0 eksik başlıyor. Biraz da sadece bilgi vermek değil, bilgiyi yaşama da katmak lazım. Bu zaten ülkemizdeki eğitimin eksiği bence. Ama bilgiyi nerde kullanacağım? Evet, matematiği nerde kullanacaksın. Biz eskiden bakkala gider, para hesabı yapardık. Çocuklara şimdi bu imkan da yok, kredi kartı var. Belki böyle böyle 1-2 lira verip hayata da bunları biraz katmak lazım. Böyle böyle zeka zaten gelişecektir.
Kitap çok önemli, kitap okumak. Anne karnından itibaren okumak gerçekten çok önemli. Her gece yatmadan önce çocuk anlamaz diye düşünmemek lazım. Dil gelişimi sandığımızdan çok daha önce anne karnında başlıyor. Çocuklar söylediklerinden çok daha fazla kelimeyi anlayabiliyorlar. O yüzden kitap okumak, çocukla birebir konuşmak, ilgilenmek, kaşık tutabildiği aydan itibaren eline bir kaşık verip yemeğini döke saça yemesini sağlamak, suyla oynatmak. Zeka geliştirici şeyleri çok dışarda aramamak lazım. Orada bir şey keşfediyor çünkü çocuk. Unutuyorsunuz da sizin unuttuğunuz şeyleri çocuklar yapıyor. Çocukların algıları çok değişik. Onlardan faydalanmalarını sağlamak lazım.