
Gülay Akman, Çocuk Gelişimi Uzmanı
Gülay Akman, Çocuk Gelişimi Uzmanı
Hocam, öncelikle bizimle röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz.
Ben teşekkür ederim. Yani sesimizi ne kadar duyurabilirsek biz, çocuklara o kadar faydamız olur. Çünkü Türkiye, sadece Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya… buradan ibaret değil. Birçok şehrimiz var. Oradaki çocuklar da bizim çocuklarımız. Biz sesimizi duyurursak oradaki anneler dikkate alır. Anne dikkate aldığı zaman da çocuk eğitime başlar.
Bir de hocam sizin içinde bulunduğunuz sektör, işini bilenle bilmeyenin de bir yorum yaptığı, kafa karışıklığının fazlaca yaşandığı bir sektör. O yüzden uzmanların daha çok sesinin çıkması gerekiyor ki diğer doğru olmayan sesler biraz geride kalsın. Anneler, babalar daha bilinçlensin.
Aynen öyle. Okul açmak için anne olmak yeterli değil. Anne olmak güzel bir şey ama yeterli değil. Bu işi muhakkak okumak gerekiyor. Ben bile (…) yaşındayım, hala daha buraya ayda bir, iki ayda bir, kırk günde bir bizim hocalarımız geliyor, burada hizmet içi eğitim devam ediyor ve ben de öğreniyorum. Yani her bir çocuk bize başka bir şey öğretiyor. Dolayısıyla aslında burada devletin bu işe el atması lazım. Yani emekli banka memurlarının, annesinden bir ev kalmış, onu satmış, anaokulu açan kişilerin… tamam açsınlar ama sorumlu müdürü muhakkak Çocuk Gelişimci seçsinler. Bizim işimizde çünkü psikologlar, sosyologlar hepsi girebiliyor. Ama bizim işimiz 0-6 yaş. Çocuk gelişimi eğitimi.
Hocam aslında biz sizi tanıyoruz. Ama sizi daha yakından tanımamız için bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?
Ben 1964’te Ankara’da doğdum. Bizim zamanımızda ilkokul, ortaokul ve lisedeki eğitim şu anda hiçbir okulda yok. Ben Namık Kemal Ortaokulu mezunuyum. O zaman deneme okuluydu. Ondan sonra Ankara Kız Lisesi mezunuyum. İşte bizim sınıfta en düşük puanlı kişi bendim. Fakat benim puanım o zaman Çocuk Gelişiminin Puanı, Eczacılık-Fen puanıyla aynıydı. Yani o zamanlar fen puanıyla alıyordu bizim bölüm. Şimdi eşit ağırlıkla alıyor. Bu bölümü aslında tesadüfen seçtim. İlk tercihimdi, bu bölüm. Ben çocukları çok seviyorum. Bölümlere bakarken Çocuk Gelişimi ve Eğitimi, annem o zaman bana şey demişti; “Dadı mı olacaksın” falan. Köpürmüştü hatta, çok kızmıştı. Neden başka bir şey değil. Yok dedim ben bu bölümü istiyorum. Girdim. İlk sene eğitim yeterli değil, bizim hizmet içi eğitimimizin devam etmesi bu yüzden. Çünkü 4 yıllık eğitim içerisinde ilk sene FKM (Fizik, Kimya, Matematik) okuyorsunuz. İkinci sene Antropoloji, Fizyoloji, Anatomi vs. falan devreye giriyor. 3. ve 4. sınıf kalıyor geriye. Yani iki sene bu işi öğrenmek için yeterli değil.
Genelde öyle oluyor. 4 yıllık okulların 3 ve 4. sınıfları mesleki eğitime yönelik oluyor.
Ne yazıkki… Gerçi şöyle bir şey FKM evet, okunmalı. Çünkü biz burada da niçin Matematik veriyorum. Analitik düşünmeyi sağlamak için. FKM okunması gerekiyor ki bizim bölümdeki mezunların o analitik düşünceye sahip olsun. Yoksa göremez yoksa problemi çözemez. Problem çözme yeteneğini kazanması gerekiyor. Onun için bence o doğru bir mantık ama hala okunuyor mu bilmiyorum ama anatominin o kadar ağır okunması veya fizyolojinin öyle okunması yerine çocuk psikolojisine, çocuk hastalıklarına, çocuk sağlığına daha ağırlıklı bir bölüm olursa aslında çok daha başarılı olur.
Hacettepe Üniversitesi mezunuydunuz siz zaten…
Evet, Hacettepe için konuşuyorum. Daha iyi, kalifiye elemanlar çıkar diye düşünüyorum. Çünkü bizi, uzman olarak yetiştiriyorlar veya özel eğitimci. Ben aslında ilk senelerimi özel eğitimle götürdüm. Ama oraya devam etseydim çok başarısız olurdum. Çünkü o biraz da böyle karakter yapınızla da ilgili. Onda kesinlikle başarısız olurdum zaten. 4. Seneden sonra, yani çalışma hayatına başladıktan 2 sene sonra ben bölüm atladım.
Ama şimdi zaten en sevdiğiniz işi yapıyorsunuz…
Bizim işimiz o kadar güzel, o kadar eğlenceli bir iş ki… hep söylüyorum ben başka bir meslekte olsaydım ya atılırdım. Beni bir yere kapattığınızı düşünsenize.
Masabaşı…
Masabaşı bir yere kapattınız beni. Bir masanın önünde oturacağım sadece bütün gün hareket etmeyeceğim. Ne bileyim şarkı söyleyemeyeceğim falan veya salıncakta sallanamayacağım yani mesela. Herhalde atılırdım.
Peki hocam, sizce anne-çocuk arasında yaşanan ilişki çocuğu hayata karşı nasıl hazırlıyor? Yani annelerin bunda payı ne kadar çok?
Ne kadar çok? Şöyle diyeyim. Anaokulu yerine anne okulu açmayı tercih ederdim. Çünkü çocuğu anne yetiştirir. Biz okullarda çocuklarımıza eğitim ve öğretim verebiliriz. Ama çocuğun karakterini hazırlamak, onu geleceğe hazırlamak, aslında annelerin elindedir. Eğer biz anneleri doğru yetiştirirsek o nesilden zaten korkmayın.
Annelere eğitim şart. Bütün annelere söyleyeceğim aslında kendilerine ve çocuklarına dikkat edecekleri süre sadece 6 yıl. Hayatlarındaki o 6 yılı, çocuklarına ve kendilerine tam olarak verebilseler, ki istediğim onlardan tüm günlerini onlara ayırmaları değil. Dolu dolu yarım saat, bir saatlerini onlara verebilecekleri model, konuşma şekli hayata hazırlamada en önemli şey. Biz değiliz, okullar değil, babalar değil, annelerdir bu işi üstlenen. Babalar arkada özgüven kaynağıdır. Ama çocuğu aslında yetiştiren annedir. Onun için annelerimizin çok dikkatli olması lazım. Kitap okusunlar, pedagoglara, psikologlara sorsunlar.
Anneler yanlışı nerede yaptıklarını aslında çok iyi bilirler. Çok iyi bilirler ama bildikleri halde yapmaya devam ederler. Çocuğa kazandırılacak davranışların temeli 0-6 yaşta atılır ve bunu kazandıracak kişi annedir. Biz okulda öğretiriz ama evde bu uygulama devam etmiyorsa bizim öğretmemizin hiçbir anlamı yok. Anneleri bilinçlendirirsek biz eğer Türkiye’yi kurtarırız.
Uçakta acil durumda bebekli annelerin yapması gereken bir şey vardır. Yukardan düşen maskeyi önce kendinize, sonra bebeğinize veya çocuğunuza takın derler. Yani önce annenin kendini kurtarması gerekiyor ki çocuğuna yardım edebilsin.
Evet, eğer anneler bu işte yetersiz kalırlarsa asla iyi bir nesil yetişmez, asla. Bu kadar önemli yani…
Peki hocam, emzirme sürecine nasıl bakıyorsunuz?
Emzirmeyi aslında anneler, sadece çocuğun karnının doyması olarak düşünüyorlar. Tabiki anne sütü çok yararlı. En faydalı şey, ama onun dışında aslında anne sütü, annenin çocuğu emzirmesi, çocuğu duygusal olarak doyuruyor ve duygusal doyumu sağlayan çocuklar her zaman daha mutlu olurlar. Çevrenize bir dikkat edin; asabi annelerin çocuklarına; asabi, huzursuz, mutsuz annelerin çocuklarına… Anneler beslenmesine dikkat eder. Telefon açar kadına, bir şeftali hemen ez ver. Yani yemeğine dikkat eder, uykusu o saatte olacak ona dikkat eder. Temizliğine dikkat eder. Ama çocuk hırçındır. Özellikle Amerika’da yapılan bir araştırmada 0-6 ayda annesiyle o duygusal bağı sağlayamayan çocuklarda (bu kanıtlanmış değildir ama çalışmaları devam ediyor) veya annenin depresyona girmesi ki yeni doğumlarda yaşanabiliyor ki anneye destek verilmezse uzun da sürüyor. Otizmin bir nedeni olabileceğini kanıtlamaya çalışıyorlar. Bizde de hafif otizmli çocuklarımız olabiliyor. Onların geçmişlerine baktığımızda annenin depresyona girmiş olabileceği, anneyle konuştuğumuzda annenin o ayları çok zor atlattığı, emzirmeyi yaptığını ama o bağı kuvvetlendirecek şekilde değil sadece beslemek amaçlı.
Emzirirken annenin çocuğa tatlı tatlı gülmesi, onunla o hafif seste konuşması, hiçbir şey konuşmasın sadece güzel baksın.
Bebeğin dokunmasına izin vermesi…
Aynen öyle o bile yeter. O doyumu sağlayan çocuklara aslında o zaman anne sütü yararlı. Annenin çocuğu emzirirken telefonda konuşması, arkadaşıyla muhabbete girmesi, evdekilerle ilişkiye girmesi, kucağında emzirirken yemek yapan çok anne bilirim. Bırakın kendi yemeğinizi ne olacak yani… Önce onu emzirmesi ne kadar sürüyor? O duygusal bağı sağlayamazsa eğer anne, ilerde sorunlu çocuk sahibi olur. Agresif, mutsuz, huzursuz çocuk sahibi olur. Beslenmeyi evet, mamalar yapabiliyor. Mamayla büyüyen çocuk sanki çok mu büyüyünce sıkıntı çekiyor. Ama anne sütü almayan çocuk sıkıntı çekiyor. O doyumu sağlayamadığı için hayatı mutsuz geçiyor, huzursuz geçiyor. Doyumsuz çocuklar oluyor. Aramaya çalışıyor.
Peki hocam, sizce ilk 6 aydan sonra beslenmenin çocuğun gelişiminde bir etkisi var mı? Yedikleri, yemedikleri, dengeli beslenmesi, ona ne kadar katkı sağlıyor?
Beslenmeyle zeka gelişimi paralel gider. Değil 6 aylıktan sonra anne, hamileyken kendine önce dikkat edecek. Çocuklara verilen ek gıdalarda alınan besin değerleri çocuğun zekasına, fiziksel gelişimine, hatta hatta ruhsal gelişimine destek verecek. Anne sütünü 6 aya kadar verdik, annelerimiz ne yapıyor? Çoğu annelerimiz, çevrenize bir bakın, ekmeği alır, yemeğin suyuna batırır, verir. Tabiki bunu da yapın ama çocuğa önce doğru beslenmeyi, damak tadını, damağın dilimizde çıkan o tomurcukları, her besin maddesi için ayrı olanları bizim çoğaltmamız gerekir. Anne dereotlu bir şey sevmez, çocuğun yemeğine asla dereotu koymaz. O çocuktan sonra dereotunu yemesini bekler veya anne ceviz yemez ki ceviz çocuk için çok önemlidir. Yemez, tadını sevmez, çocuğa da yapmaz. Sonra mesela bize, okula gelir, “öğretmenim ceviz yemiyor, lütfen söyler misiniz?”. Şimdi evdeki örnek model, baba sebze sevmez, sadece et yer. Benim çocuğum sebze yemiyor. Şimdi örnek modeller çok önemli. Eğer siz onun beslenmesini desteklemezseniz, malnütrisyonlu çocuklarımız var bizim. Malnütrisyon, ne demek; tek çeşit besine dayalı zeka geriliği demek. Çocuk büyümeye başladığı anda, o damak tadı gelişmeye başladığı anda ki çocukların en çok sevdiği şey, ne makarna. Sadece onla beslenmiş çocuklarda ki bizim gibi bir okulda bile malnütrisyona bağlı zeka geriliği olan çocuklarımız var. Yani düşünün ne kadar etkilediğini.
Çocuk sebze yiyecek, taze sebze, hormonsuz. Kırmız et muhakkak yiyecek, yağsız tabiki. Kuruyemiş… Küçük yaşlarda, yavaş yavaş, her birini ayrı ayrı… Yeni bir şeyi tattırdığınız zaman çocuğa bir üç gün bekleyip ikinci bir yeni şeyi ondan sonra vererek. Yoğurt vazgeçilmezimiz. Evde yapılmış yoğurt. Balık, yumurta, süt… Sadece işte, biliyorsunuz tavukta sıkıntımız var. Çünkü biz şunu görmeye başladık, bizden mezun olan çocuklarda son 7-8 yıldır. 8 yaşta adölesana giren çocuklarımız yani işte adet gören, kıllanma problemi yaşayan, erkek çocuklarında ses değişimleri gibi problemleri sık sık görmeye ve duymaya başladık. Tabiki bunda işte hormonlu gıdaların, GDO’su yüksek gıdaların tavuk gibi, mısır gibi… Yani çocuklara bence mısırözü, mısır unu bunlar kullanılmamalı.
Çocuklara mısır haşlamak?
Yani eğer bulabiliyorsak tabiki İzmir mısırı. Kendi ülkemizin mısırı ama bu yurtdışından ithal tohumlu gelen mısırlarda GDO oranı çok yüksek. Bizim Ziraat Fakültesinde öğretim görevlisi olan velilerimiz bize bunu yaklaşık 10-12 sene önce söylediler. Biz o zamandan beri okulumuzda mesela mısır, mısır unu, mısırözü yağı asla kullanmıyoruz. Bunlar işte adölesanı erken yaşatıyor. Çocuklarda hormonlu gıdalara dikkat ederek, bebek beslenmesinde… Tabi bunu bir saplantı haline getirmeden. Çünkü şimdi bir de saplantı haline geldi. E o da insanı mutsuz ediyor. Acaba mı böyle mi? Dikkat ederek besinlerine, çeşitlendirerek çocuğun hem zeka gelişimini hem de fiziksel gelişimini, çocuğu zorlamadan yormadan. Çünkü bunu yiyeceksin çocukları psikolojik olarak zorluyor.
Tadına bak, 3 kaşık ye, çünkü bu senin vücudun için çok yararlı. Çocuklar heleki artık 4 yaş itibarıyla kendi yemeğini, tabağına bırakın kendi koysun. Yemeğini kendisi yiyeceği kadar alırsa, tabağına kendisi aldığı için o yiyeceği bitirir zaten. Anne gözüyle ve çocuk gözüyle diye bir reklam var. Hastasıyım o reklamın. Muhteşem bir reklam… Biz anneler öyleyiz, yapacak bir şey yok. Doymadı, beslenemedi, yeterli olmadı, işte bu zihinsel gelişimine destek olmadı falan. Çocuğa zorla yapılan hiçbir şeyin faydası yoktur. Zorla yedirdiğimiz en besleyici yemeğin bile faydası yoktur. Ona anlatırsanız zaten bu senin şurana çok iyi gelecek, bu senin gözlerini parlatacak, bununla işte daha iyi problem çözeceksin. Bu buna yarar, gibi anlatırsanız onlar o kadar iyi anlıyorlar ki. Sadece anlatın ama muhakkak örnek model şart. Niye burada çocuklar kıymalı kapuska yiyor da evde yemiyor. Burada seçenek yok. Çorba, kıymalı kapuska, yanında bir şey. Ekmek yok mesela yani. Bir tek sabah kahvaltısında, tam buğday ekmeği veriyorum. Öğlen yemeğinde ekmek vermiyorum. Çorbayı zaten çok acıktığı için her şekilde bitiriyor. İkinci yemeğe midesi yarı dolu geliyor. Kıymalı kapuska onun midesi için çok ideal bir yemek. İlk geldiklerinde çocuklar tadına bak, 3 kaşık al beğenmezsen sana bunu vereceğim dediğinizde o 3. kaşıkta artık tadı iyice ağzında öğreniyor ve devam ediyor. 3. yemek ne, makarna mesela. Makarna çok onayladığımız bir şey mi? Çocuklar için evet, ama yetişkinler için hayır. Ne oluyor? Çorba yedi, midesi yarı doldu. Kıymalı kapuska yedi, midesi doydu artık. Ama makarna onu ruhsal olarak doyuruyor. Çünkü onun tadı çok güzel. Yani bence çok güzel. Pilav, makarna. O da onu çeşnilendiriyor aslında. Onun için arkasına mutlaka koyuyorum. Çocuklara tattırın, denetin.
Evde anne onu beğenmedin mi, “aa ben sana başka bir şey yapayım”, diyor…
Annelere sorun, evlerinde muhakkak köfteleri vardır dolaplarında. Hazır yemeği… Pazartesi okula gelen çocuklara sorun. “Pazar günü ne yedin?” Köfte-pilav, pirzola-makarna, pizza, hamburger… Bu dördünün dışına çıkan çocuk sayısı çok azdır. Çünkü anneler kendileri ruhsal olarak doyuyor, çocuk 5 tane köfte yedi ya. Ooo, tamam çok güzel veya 5 tane pirzola yedi. Tamam çok güzel. Bunun sebzesi nerde? Sadece et verdiğiniz zaman bağırsaklarda olan değişimler, sadece kırmızı etin biliyorsunuz oldukça zararı var. Yanına domatesi nerede? Çocuk her kırmızı et yediğinde domates de yemeli. Kıymalı sebze yemeği mesela en ideali…
Kırmızı eti bir kere yemeli. Kırmızı et, demiri barındırır. Kırmızı eti, her şekilde yemeli. Tabi keşke tavuk da yiyebilseler veya balık… Balık biraz ağır olduğu için çocuklara her gün onu destekleyemiyorsunuz, hem mevsiminden dolayı. Ama kırmızı eti özellikle kuzuyu tercih ederim çocuklarda. Köftede dana-kuzu karışımı da… Yemek olarak kuzuyu… Çünkü biz doğada yetişti diyoruz ama her şekilde o da takviyeli besleniyor. Ama kuzu öyle değil. Kuzunun yeme süresi onları çok kısa. Dolayısıyla en güzel kırmızı et çocuk için, kuzu eti. Biraz yağlı olmasına karşın…
Zeki çocuklar istiyorsak, fiziksel gelişimi doğru çocuklar istiyorsak anne hamileliğinde başlamalı kendi beslenmesine dikkat etmeye, sonra da 6 aylık çocuğun beslenmesine…
Mesela sulu pirinç unu yaparlar. Böyle saçma bir şey var mı? Mama olarak. Çünkü sadece karnı doyuyor çocuğun. Her çeşit besinden azar azar tattırarak, araya 3 gün koyarak her çeşit besini çocuğa verebilmeli. Ne hariç bal hariç.
Çocuğa yeni bir şey deniyor isek asla çocuğun tok olduğu bir zamanda denemeyin. Hatta mümkünse biraz daha acıkmasını bekleyin. Aç insana en sevmediği şeyi verin, o ona dünyanın en lezzetli yemeği gibi gelir ve sever onu sonra. Onun için yeni bir şey tattıracağınız zaman biraz aç olmalı ve az. İlk tattırdığınız şey muhakkak az olmalı. Az olduğu zaman çocuğun iştahı artar ve onu ister, bekler.
Çalışan anne mi olmak, ev hanımı anne mi olmak çocuk için avantajlıdır?
Bir, anneden anneye değişir zaten… Çalışmayan annelerin çocuklarına okulda, annenizle evde neler yapıyorsunuz dediğimizde bize şöyle bir model çiziyor çocuk. (Telefonu kulağına götürüyor) Efendim canım, bu arada çocukla oyun oynuyor, kulağı telefonda falan… Çocuklarla geçirilebilecek dolu dolu bir yarım saat, bir bir saat çocuk için yeterli. Yani annenin çalışıyor olması çocuğun ihtiyaçlarını karşılamıyor anlamına gelmiyor. Birçok ev hanımı anneler, yarım saati bile dolu dolu geçirmiyor.
Çalışan annelerde şöyle bir vicdan azabı vardır; aa görüyor musun, o çalışmıyor, bak ne güzel bütün gün çocuğuyla şunu yapıyordur, bunu yapıyordur, şöyle yapıyordur, diye düşünürler. Ama bilmelidirler ki çalışan anneler aslında daha kaliteli zaman geçiriyor. Bir, çocuğunu özlüyor, çocuk onu özlüyor. İki, gün içerisinde yaşadığı sıkıntıları çocuğa nakletmiyor. Sürekli evde olan anneler, eşine sinirlenebilir, komşusuna ya da arkadaşına kızabilir ve bu direk çocuğa yansır. Dolayısıyla ben çalışan anneleri yeni yeni tercih ediyorum. Çünkü daha eskiden çalışan annelerimizin bu kadar çok gelen yardımı yoktu. Şimdi çalışan annelerimizin işte ev aletleri olsun, yiyecekleri olsun, yanında biri (bazılarında ya da birçoğunda) oluyor. Destek veren babalar. Babalar daha bilinçli olduğu için annelere daha çok destek verebiliyor. Çalışan anneyi şimdi şimdi tercih ediyorum.
Peki hocam, şimdi babalara gelelim. Bir baba çocuğa ne kazandırıyor? Bir de sizin yıl sonu gösterinizde babalar ve kızları dansı vardı. Seyredenlerin tüylerini diken diken eden bir danstı. Onunla ilgili de neler söylemek istersiniz?
Babalar bizi hayatta ayaklarımızın sağlam basmasını sağlayan, çocukların özgüveninin tepelere vurmasını sağlayan bir varlık. Çocuğu anne yetiştirir ama özgüveni arkada baba desteği verir. Bize bazen geliyor, “öğretmenim biz boşanacağız, yapamıyoruz.” Lütfen bekleyin. Lütfen biraz daha düzeltmeye çalışın. Eğer iyi bir babaysa, yani çocuğa katkısı olan bir babaysa lütfen deneyin, sakın bırakmayın. Bu kadar önemli… Eğer çocuk babadan o özgüveni alamazsa, arkadan o desteği alamazsa eğer hiçbir zaman iki ayağı yere sağlam basamaz.
Kız, erkek fark etmiyor?
Kız, erkek fark etmiyor. Kız çocuklarının evleneceği zaman eğer babası gerçekten ona tüm doyumu sağlamışsa “babam gibi bir kocam olsun isterim” der. Sağlamadıysa eğer “asla babama benzemesin” der.
Ama gider onun gibi kötü özellikleri olan bir erkeği bulur.
Ne yazıkki, çünkü babasına benziyor. Babalar bizim için son derece önemli. Neden babalar ve kızlar dansını yaptırıyorum. Ben babamı 12 yaşındayken kaybettim. Ben babamın prensesiydim. Biz üç kızız. Babam öldüğünde hayatım gerçekten hiçbir zaman tam olmadı. Babası olmayan kızlara sorun kullanacağı kelime “hayatım asla tam olmadı. Hep bir yanım eksik kaldı.” Ama bu tabi ilgili babalardan bahsediyorum. Öyle çocuğuyla ilgilenmeyen…
Gölge babalar var bir de…
Aslında gölge babaya bile çoğu zaman razı oluyorum, onu söyleyeyim. Yani baba modeli bu kadar önemli… Olsun, gölgede olsun. Zarar vermesin, bulunsun gibi. Babalar da öyledir, kızlarına karşı. Kızlarıyla sanki Türkiye’de aralarında soğuk bir ilişki varmış gibi gözükse de aslında her ne kadar erkek çocuklarını çok da sevse babalar, kız çocukları olduğu zaman durumu daha iyi anlarlar. Kızlar çünkü çok cimcimedir, içlerine girmeyi çok daha kolay başarıyorlar. Erkek çocukları yaş özelliği nedeniyle anneye bağımlılıkları devam etse de kız çocukları çok çabuk babacı olabiliyorlar. Babalar da kızlarına asla zarar gelsin istemez. Belki kendileri başka insanlara, başka kadınlara zarar verebilir ama kendi kızına asla zarar gelsin istemez. O dansı da hep babamla ben yapmak isterdim.
Kadınlar yuvayı yapar. Kadındır çocuğu hayata hazırlayan ama babaların vereceği destek burada çok önemli. Ortaklaşa çocuğa az, üç tane kural koyup baba da anne de her şartta bu kurala uyduğu zaman babayla anne beraber mutlu olduğu zaman ve düzenli bir hayatları olduğu zaman o çocuktan asla korkmayın. Onun için mesela gece kampı o yüzden başlamıştır. (Dipnot: Gülay Hocanın müdürü olduğu Akman Anaokulu’nda senede bir gün çocuklar geceyi de okulda geçirmektedirler.) Anneyle babanın ilişkisini kuvvetlendirmek için… Tabiki çocuğu biz kendimiz için yapıyoruz. O bize demiyor, biz onu istediğimiz için o çocuğu yapıyoruz. Ama biz eşimizle ne kadar iyi olursak, biz onunla ne kadar o duygusal yoğunluğu yaşayabilirsek çocuk o kadar mutlu olacak zaten. Huzursuz evde büyümüş ama annesi çocuğun her türlü ihtiyacını karşılamaya çalışmış bir ailede o doyum sağlanmaz.
Anne kadar, baba kadar, ilişkileri de çok önemli…
İlişkileri çok önemli ve o yüzden gece kampını başlattım. Çünkü birçok velimizin hani Ankara’da kimsesi yoktu bırakacak, bir yere gidecek. Beraber yürüyüş yapmak, anne ve baba, çocuk olmadan, çocuk bir yere bırakılarak, beraber bir sinemaya gitmek, beraber bir akşam yemeği yemek, beraber yalnız bir gece geçirmek onların o bağlarını kuvvetlendirir. O bağ kuvvetlenirse zaten o sihirli üçgen dediğimiz ev hayatımız daha duygusal olarak doyar. Onun için anneler çok önemli ama arkadaki o baba figürü hayata karşı kazanılan özgüven duygusu açısından çok daha fazla…
Peki hocam, kreşe gelelim. Kreşe başlama yaşı sizce kaç olmalı? Çocuklar için böyle bir yaş var mıdır?
Benim bu meslekte bilfiil 30. yılım bu sene, hiç aralıksız. Bundan 15-20 sene önce velilerimize şöyle diyorduk; çocuklarımız 3 yaşını doldursun ve bize öyle gelsinler. Şimdi ne diyoruz çocuklarımıza? Çocuklarımız 15 aylık olduğu zaman birer saatle başlayan bir programla okula başlamaları şart. Heleki anne çalışıyorsa… Anne ev hanımı ise, beraber gidebilecekleri okullar, anne-çocuk okulları veya çocuğunu bir saat bırakabileceği bir okul olabilir. Ama anne çalışıyor ise bir saatle başlayan ve yükselen grafikte bir okula muhakkak gitmeli.
Çok kalabalık bir ülkede yaşıyoruz. Çocuklarımız çok değişik insanlarla karşılaşacak. Kendisi kadar bilinçli olmayan, eğitim görmemiş veya çok daha iyi eğitim görmüş insanlarla beraber yaşayacak. Çünkü 7 yaştan sonrasına artık siz müdahale edemezsiniz. Bu insanlarla sosyal ilişki içerisine girmeyi, kendini ifade etmeyi öğrenecek ve iki ayağının üstünde duracak. Bu da sadece eğitimle ve donanımla olur. Tabiki bunu söylerken lütfen hani seçici olarak kısmını da ekleyin; evde bakıcıyla yalnız bırakılan bir çocuk, evde sadece anneanneye bırakılan çocuk. Anneanne-bakıcı ilişkisi güzel bir ilişki ya da babaanne-bakıcı ilişkisi… Ama sadece bir tek kişiye çocukların bırakılması, çocuğa verilebilecek en büyük zarar.
Anneler neden korkar? Çok küçük yaşta hasta olacak. Hiç hasta olmadan büyüyen bana dünyada bir tek kişi gösterin, okula gitmiş ya da gitmemiş. Hastalanmadan 6 yaşı tamamlayan bir çocuk söyleyin. Eğri böyle gelir. (Eliyle bir eğri çiziyor) Burada ne der çocuklarınızı ve yaşlılarınızı koruyun. Atıyorum güneşten, atıyorum başka bir şeyden. Burası 2-6 yaş, bağışıklık sisteminin en zayıf olduğu yaştır zaten. Orada çocuk mikropla tanışır, baş etmeyi öğrenir, vücudu nasıl savaşacak onu öğrenir, o 2-6 yaşta. O 2-6 yaş nerede geçiyor, okulda. Okula başladığında tabiki hasta olacak ama önemli olan hani, doğru okul derken ondan bahsediyorum. Beslenmesine, temizliğine, havalandırılmasına dikkat edilen, okullarda muhakkak 15 aylık başlaması gerekiyor. Bakıcıyla, anneanneyle, babaanneyle… Anneanne ve babaanne dünyada anneden ve babadan eminim daha çok seviyordur torunlarını. Mesela anneler ve babalar bile o kadar sevemez. Ama hem fiziksel enerjileri, hem de ruhsal artık yavaş yavaş çöküntüleri tam olarak çocuklara kendilerini vermeleri için yeterli değil. Onlar da ne istiyor aslında anneanneler, babaanneler, onu seveyim istiyor. Sorumluluğu yok çünkü. Sadece seviyor, sorumluluk akşama anneye, babaya verildiğinde… Dolayısıyla onlardan çok severler ama onlar da çoğu zaman kendilerine bağımlı yetiştiriyorlar. Anneanneden, babaanneden gelen çocuklar benim için tedirgin edici çocuklar. Çünkü özellikle erkek çocuğu, babaanneyse mesela işte çocuğunun yerine koyarak onu sever. Halbuki tek çocuksa. İşte bağımlı kişilik yapısı oluşturuyorlar. Yani o kadar bağlanıyorlar ki istiyorlar ki o da bir tek beni sevsin. Dolayısıyla ne yapıyor, çocuğa zarar verecek her şeyi yapıyor, annenin hayır dediği. Aslında zarar veriyor. Çocuk onları istemiyor ki… Çocukları doyurmanın en güzel yolu öğretmektir. Çocuklar öğrendikleri zaman doyarlar aslında. Mutlu olurlar, alınan oyuncakla veya verilen şekerle, çikolatayla değil aslında.
Onunla oyun oynadığı zaman aslında çocuk o kişiyi seviyor aslında…
Doyuyor tabi canım… Gözlerindeki o enerjiyi alsın yeter ki… Sadece sevdiğiniz zaman, o gözlerinizde sizin ona karşı olan sevginizi görüyor ya… Hele de bir de ona nereye kadar gidebileceğini gösterirseniz. Çünkü nereye kadar gidebileceğini bilmeyen çocuklar doyumsuz olurlar. Denerler, şuraya kadar. 5 dk ağlayım oldu. 10 dk ağlasam daha büyük istediğim olacak. 15 dk ağlasam daha da… Halbuki “Hayır canım, bu yeterli. Şimdi ben gitmek zorundayım. Şimdi şunu yapalım. Ama eğer vaktimiz olursa yarın da bunu yaparız. Şimdi burdan çıkmak zorundayız, çünkü bla, bla eve gideceğiz, şunu yapacağız gibi”. Yani nereye kadar gideceğini bilirse çocuk o kadar mutlu olur. 5 dk daha. 5 dk’nın arkasından hiç 5 dk’da bir yerden çıktığınız oldu mu? Çocuğa dediniz ki 5 dk daha. Tamam izin veriyorum, 5 dk daha. Anne 1 dk daha. O 6 dk kesin dolmuştur. Halbuki ona anlatırsanız gitmeden, “Şuraya gidiyoruz ama şu saatte çıkmak zorundayım. Seninle orada olmaktan çok mutlu olacağım. Seninle orada şunu yapacağız ama çıktığımız zaman da buraya gideceğiz ve bunu yapacağız. Yani açıklama yapıp net olursak, çocuklarımıza zaten mutlu çocuklar yetiştiririz.
Hem onlar daha mutlu olacaklar, sınırlarını bildikleri için…
Aynen öyle, sınır sınır… Her insanın hayatında sınırlar olmalı. Herkesin, yani sadece küçüklerin değil, büyüklerin de… Kurallar onun için konmuş, kırmıza ışıkta herkes geçsin o zaman. Yani kırmızı ışıkta geçiyorsak bunun bir bedeli olmalı. Kırmızı ışıkta beklersek bize faydası var. Kaza yapmayız yani bir kural, bir sınır hayatımızda olmalı. Ama bu demek değildir ki çocuklarınıza, hayatına maddelerce kural koyun. Bizim anlattığımız ve yanlış anlaşılan noktalardan biri de budur. Çocuklarımıza lütfen kural koyalım, deriz velilerimize. Bir bakarız, çocuk hareket edemez olmuş. Ne yaptınız? İşte buraya gitmeden önce şunu yapmayı yasakladım. Bunu yapmadan önce böyle olsun istemedim falan falan. Hayır çocuğa koyacağınız, 0-6 yaşta net, aynı saatte yatmak, masada yemek yemesini sağlamak, eşyalarını, oynadığı oyuncaklarını toplamasını sağlamak. Bir de evde ona bir sorumluluk verirseniz, bu üstüne kaymak olur. Ne bileyim? Çöpü dışarı onun atması veya çiçekleri sulaması, çamaşırları asması. Yani evde onun bir sorumluluğu, bir hayvanı varsa onun tarafından beslenmesi, gezdirilmesi gibi. Bir de sorumluluğu varsa bu çocuk her zaman başarılı olur. Her zaman güvenilir insan olur. Her zaman mutlu insan olur. Yani 3-4 konu bahsettiğimiz kural koyalım, kural koyalım bu kadar az. Çocuğa bunu verdiğiniz zaman gerisini o halleder merak etmeyin.
Onlardan korkmayın. Annelerin yaptığı en büyük yanlışlardan biri çocuklarından korkuyorlar. Beni sevmez mi acaba? Şunu yaparsam şöyle mi olur? Korkmayın onlardan. Onlara açık olun, onlar sizi anlıyorlar zaten. Hep söylüyorum onlar bize değil, biz onlara nasıl yetişeceğiz diye düşünmemiz gerek. Onlar bizden o kadar akıllılar. İşte o aklı kendi lehimize kullanmak, bu kadar.
Okul seçerken aileler nelere dikkat etmeliler? Sizce okul seçme kriterleri var mıdır?
Çok dikkat etmeli. Her kişinin isteğine göre okul çoğaldı. Ben nasıl istiyorsam öyle okul var, o derece diyeyim size. Anaokulunun başındaki kişinin çocuk gelişimci olması bir, her zaman okulunda olması iki… Okulun havalandırma sorunu, özellikle Ankara’da en büyük sorunlardan biri. Okulun temizliği, okulun beslenme sistemi. O kadar çok var ki… Çünkü çocuklarımız bir tane. Biz bile istesek aynısından bir ikinci yapamıyoruz. Verdiğimiz yere son derece güvenmemiz gerekiyor. Onların da bizim gibi düşündüğünü görmemiz gerekiyor. Bir tane, yok başka hiçbir seçeneğimiz yok. Biz çalışıyoruz, maaşımızı eğer okula veriyorsak onlardan da beklentimiz ona göre olmalı. Benim çocuğum sağlıklı olmalı, benim çocuğum zarar görmemeli, benim çocuğum iyi beslenmeli, benim çocuğum iyi eğitim almalı. Başındaki kişi çocuk gelişimciyse, öğretmeni çocuk gelişimciyse, tecrübeliyse ve o okulda öğretmen sirkülasyonunu sormak çok önemli. Eğer bir okulun içerisinde öğretmen sirkülasyonu fazlaysa yani üç ayda bir, ayda bir, her sene sık sık öğretmen değişiklikleri oluyorsa o okulun içinde problem vardır. Problemli olan yer benim çocuğuma zarardır ve eğitim programları.
Yani aslında kreşler oyun yuvası değildir…
Değildir. Tabiki herşeyi oyunla yapıyoruz ama sadece benim çocuğum gitsin, oyun oynasın, mutlu olsun, gelsin değil. Evet, çocuğu anneler yetiştirir, ama biz eğitimciler onları eğitiriz, eğitim ve öğretimle donatırız. İyi eğitim almış ve iyi donanmış kişiler, ileride bencilce düşünüp gene bana bunun yararı dönecek. Gene benim doktorum olacak, benim bahçıvanım olacak, benim öğretmenim olacak. Bencilce düşünsün insanlar, okul sahipleri ve öğretmenler. Bencil olsunlar, kendilerini düşünsünler. Ona göre çocuk yetiştirsinler. O köklerden çıkan o istemediğimiz yan dalları budayan kişiler biziz. Okullara giderken haber vermeden gitsinler.
Çocuğun okulu görmesi peki son aşamada mı olmalı?
Evet “Sen artık büyüdün. Seni çok güzel bir okula götüreceğim. Çok tatlı arkadaşların olacak. Öğretmenin seni çok sevecek.” diye okula başlayacak. Ama bunu aile seçer, çocuk değil. Veliler çocukları her okula götürüyorlar. Sadece okulların fiziksel görünüşleri önemli değildir. Dediğim gibi her talebe göre okul var. Aile kendi talebine göre kendine uygun okulu seçecek ve onu çocuğa bildirecek, bu kadar.
Neden 18 yaş? Çünkü onun ilerideki yaşamı için verilecek kararları önce biz veririz. İyi bir hayat, iyi bir yer, iyi bir iş, iyi bir şey… Bunları yapabilmek için doğru yerden başlamak çok önemli.
Bir çocuk okula başladıktan sonra sorunlu çocuk damgasını hangi olaylardan sonra alır? Hangi aşamada bir uzmandan destek almak gereklidir?
Çocukta eğer otizm, sosyal öğrenme güçlüğü, down sendromu falan gibi eğer herhangi bir problem var ise tabiki bunlar daha önceden aile tarafından da çoğu zaman biliniyor. Ama çocukta eğer işte 15 aylık, 2-2,5 yaşında başlamış ise veliler bunu kolay kolay fark edemiyor. Çocukta atıyorum bir öğrenme güçlüğünü görüyorlar, “ay babası da böyleydi, amcası da böyleydi, teyzesine benziyor” veya çocuk konuşamıyor 4 yaşına gelmiş “aman bunun annesi de çok geç konuşmuştu” veya bir tuvalet problemi var. Akşam yatarken altını ıslatıyor çocuk, 3-4 yaşına gelmiş artık, “ ay ben de böyleymişim” gibi benzetmeler yapılabiliyor. Aile fark edemeyebiliyor ki genellikle sosyal çevre içinde fark edilir bunlar, yani aslında biz öğretmenler tarafından daha çok fark ediliyor. Eğer dediğim gibi bir otizm, bir sosyal öğrenme güçlüğü falan yok ise yani doğuştan getirdiği şeyler yok ise, sonradan kazanılan davranışlar var ise saldırganlık, işte istenmeyen kelimeleri konuşmak, hırçınlık, dinlememek gibi. O zaman o problem çocukta değil ailededir. Ben o zaman çocuğu eğitmeye kalkışmam, aileyi alırım. Aileyi düzelttiğiniz zaman zaten o çocuk düzelir. Yani o tür sorunları olan çocuklar yerine ailelere eğitim verilir. Sorunun kökü anne ve babadadır. Nasıl davranacağını bilmiyordur. Nasıl konuşacağını bilmiyordur. Çocuğa nasıl eğitim vereceğini bilmiyordur. Dolayısıyla çocuk böyle olmuştur. Anneyi babayı düzeltirseniz veya çevreyi, o zaman çocuk da zaten düzelir. Onlarla konuştuğunuz zaman o düzeliyor. Ama bu tür sorunlar var ise o zaman tabi biz pedagogların tanı koyma yetkimiz yoktur. Tanı koyma yetkisi sadece çocuk psikiyatrlarının. Biz tabi aileye bildiriyoruz ve Ankara bu konuda oldukça iyidir. Özellikle Ankara Üniversitesi’ndeki ve tabiki Hacettepe de iyidir ama Ankara Üniversitesi’ndeki çocuk psikiyatristi hem klinik şefi, hem diğerleri bu konuda çok iyiler. Daha şanslıyız yani diğer illere nazaran. Onlar tanıyı koyabiliyor, biz destek veriyoruz. Tabi 30 yılın olması sebebi bir, hayatım belki sadece burada ilk çocuktan son çocuğa kadar buradayım belki o iki, belki bu benim hep ilgi alanım olduğu için, çocuğa baktığımız zaman görme yeteneğini kazanabiliyoruz. Ama şöyle bir sıkıntı da yaşıyoruz, onu da söyleyim. Biz veliyi çağırdık diyelim, çocuğunuzda şöyle şöyle bir davranış problemi var veya otizm olabilir şüphesiyle. Ben açık ve netimdir. Ben zaten söylemezsem uyuyamam, doğru olanı. Ama bu sefer veli bize çok tepki gösteriyor. Böyle olduğunu söyleyip de o gün çocuğunu okuldan alan çok insan vardır, onu söyleyim. Hiç önemli değil, benim için hiç önemli değil. Ama en azından çocuğunu alsa bile benden, benden çıktıktan sonra gidebilir bir çocuk psikiyatrına. Önerdiğim insanlar oluyor. Tabi gidebilirler, o zaman destek tedavi alabilirler. Bazen de benden alıyorlar çocuklarını gidiyorlar, 1 ayın sonunda tekrar dönüyorlar. Dönüp dönmemelerinin hiçbir önemi yok. Önemli olan o çocuğun en kısa zamanda özel desteğe kavuşması o kadar. Çünkü onlar bizim çocuklarımız. Çünkü yarın onlar bizimle karşılaşacak. Ben bencilce düşünüyorum, onlar benimle karşılaşacak.
Peki bir çocuğun zeki olduğu nerden anlaşılır hocam? Testlerden bahsetmiyoruz. Bir çocuğun zeki olduğunu anlayabilir mi aile?
Eğer çocuk IQ olarak yüksekse veya sadece böyle söylemeyelim isterseniz, sadece zeki demeyelim. Herhangi bir dalda, ki tabanımız çoklu zeka bizim, özel yeteneği tabiki çabuk keşfediliyor. Her çocuk kendine özeldir ve muhakkak onun da geliştirilmesi gereken çok özel bir yanı vardır. Ama bazı çocuklar, insanlar, bu konuda doğuştan daha şanslı olabiliyorlar. Ama söylüyorum biz de çocuğumuzu dikkat edeceğimiz beslenme ve eğitimle çok yüksek yerlere çıkarırız. Ama bazıları bunları yapmasa da doğuştan getirdiği yetenekler ve IQ yüksekliği var. Tabiki bizim okulumuzda da çok var.
Çocuklara hiçbir zaman IQ testi yaptırmalarını velilerimin istemem. Ben ne buradaki çocuklarıma, ne kendi çocuğuma, ne yiğenlerime hiçbirine yaptırmadım, çünkü Türkiye’de üstün yetenekli ve üstün zekalılar için yeni yeni açılan okulların bile çok işlevi olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Türkiye’de henüz üstün yeteneklileri değerlendirebilecek bir eğitim kadrosu yok. Bence Türkiye’de çocuklar belli bir seviyede olmalı. Ne altında, ne üstünde… Altında ve üstünde olduğu zaman çok zorluk çekiyor hem çocuk hem anne baba.
Üstün yetenekli çocuklar, daha sosyaldir bir kere. Diğer arkadaşlarından daha çabuk öğrenirler. Daha çok soru sorarlar. Dikkat süreleri uzundur. Dinlediğini size tekrarlar aynen. Mesela şiiri bir kere söylersiniz hemen tekrarlayabilirler. Herhangi bir müzik aleti çalmaya çok meyillidirler. Mesela hani doktorlar, üstün zekalıdır demiyorum ama tıpta okuyanlara bakarsanız, çoğu ya bir müzik aleti çalar, ya korodadırlar, ya resim yaparlar. Üstün bir yeteneği var ise mesela işte parmaklar zaten hemen belli eder, güzeldir. Çocuğun önüne minicik bir oyuncak org verirsiniz, oradan bile çıkarır çocuk. O zaman veliye hemen iletirsiniz. Konuşmaları çok düzgündür. Dil gelişimleri erken başlar. Dolayısıyla işte yürüme becerileri. Yani ilk bebeklikten bahsediyorum. Bebeklikten itibaren hem fiziksel gelişimleri, hem kas, küçük kas motor gelişimleri çok iyidir. Ama ben ister miydim çok üstün zekalı bir çocuğum olsun Türkiye’de, istemem.
İnsanlar tabiki gurur duyuyor, mutlu oluyor ama her çocukla zaten gurur duymalısınız. Her biri ayrı bir yetenek, her biri ayrı bir güzellik… Çocuklarınız, atıyorum temizlik işçisi olsun, o işi severek yapsın, o zaman en iyisini yapar zaten. En mutlusu da o olur. Yani çocuklarımıza değer verdiğimiz sürece onları boyu küçük bir birey olarak kabul ettiğimiz sürece, onların bizim verdiğimiz değeri diğer insanlara verdiğini öğrettiğimiz sürece mutlu ve başarılı çocuklar yetiştiririz zaten.
Çocuğa 0-6 yaşta kazandırılamayan özgüveni, çocuk daha sonradan kazanabilir mi?
Beyin hücrelerinin oluşumu, %60’ı 0-6 yaşta, %40’ı da 12 yaşa kadardır. Veliler ne yapar? Anneler, babalar, 0-6 yaşı zaten önemsemezler, ay oyun oynuyor, derler. İlkokulda aman okudu, yazdı işte daha daha ne olacak. Ortaokula geldiklerinde yaptıkları hataları anlarlar. O öğretmen senin, bu doktor benim gezdirip dururlar. Hiçbir zaman da bir arpa boyu yol gitmezler. Matematik dersi aldırır, çocuk normalde 4 alıyorsa 5 almaya başlar maksimumu. Halbuki 0-6 yaşta çocuğa değer verip o yaşın özelliklerine göre davranıp 12 yaşa kadar da dikkat edersek bizim zaten 12 yaştan sonra bir şey yapmamıza gerek yok. Yanlış burada başlıyor. Yani 12 yaştan sonra, her şey bittikten sonra bir şey yapmaya başlıyoruz. Çünkü o zaman ancak görebiliyorlar, buraya kadar hata yapmışlar. Buradan sonra düzeltmeye çalışıyorlar ama bundan sonra kolay kolay düzelmez. Çünkü çocuğun her şeyi bu yaşa kadar bitmiştir. Siz 0-6 yaşta çocuğunuzla ilgilenirseniz, siz doğru anne baba olursanız 0-6 yaşta, ondan sonra da eğitim hayatında dikkatli olursanız hiçbir problem olmaz. Ne özel öğretmene ihtiyacınız olur, ne de özel dershaneye ihtiyacınız olur. O çocuk nereye giderse gitsin başarılı olur. A okul, B okul değil. Nereye gidersin gitsin. O nasıl öğrenmesi gerektiğini öğrenmiştir zaten. Öğretmenler ne yapar, sınıfa gelir, dersini anlatır (Milli Eğitim’in sistemi bu çünkü) alan çocuk alır, alamayana eyvallah der, gider. O dinlemeyi öğrendiği için alan çocuk grubundadır. Zaten o çocuk da her yerde başarılı olur, bu kadar. Yani biz ne zaman dikkat edeceğiz; 0-6 ve 6-12 yaş.
Teşekkür ediyoruz hocam. Bize çok güzel bilgiler verdiniz. Ağzınıza sağlık…
Ben teşekkür ediyorum size…