Okul Öncesinde Öğrenme
Özlem Onay, Eğitimci
Heyecanla beklediğiniz bebeğinizi kucağınıza aldığınızda onca duygu içinde hissettiklerinizin en önemlisi sevgi sanırım. Severek sevmeyi öğretiyoruz. İlk öğrendiği sevilmek oluyor yeni doğan bireyin. Sonra zamanla büyüyor ve okul vakti geliyor. Anaokul öncesine okul demekten hoşlanmıyorum, “Yuva” aslında oralar. O kadar çok seçenek var ki! Her mahallede 2-3 tane yuva var neredeyse. Bu beraberinde okulöncesini rekabete dönüştürüyor. Anlaşılamayacak bir süreç değil. Ancak bir süre sonra artık yarıştırılan çocuklarımız oluyor. Yani o “yuvalar” akademik kaygıları olan “okullara” dönüşüyor. Ebeveynleri etkileyecek olan en çok ne ise o sunulmaya çalışılıyor. Yani “çocuk” değil asıl ilgi odağı!
“5 yaşında okuma-yazma öğretiyoruz”, “her gün mental aritmetik dersimiz var”, “haftada 9 saat İngilizce” Ne kadar etkileyici! Çünkü okuma-yazma öğrenmesi okulöncesinde şart çocuğun!
Dünyanın her yerinde, hani her ortamda en başarılı eğitim Finlandiya’nın diye örneklediğimiz Finlandiya’da bile “okuma-yazma” 4.sınıfa kadar öğrenilebilmektedir. Yani İlkokul’un temeli akademik anlamda okuma-yazma öğrenmek üzerine kuruludur. Tabii ki erken yaşta dil öğrensinler, kavramları öğrensinler, çizgi çizsinler ancak tüm bunlar oyun şeklinde verilmeli.
Bu yaş grubunun ihtiyacı oyun oynamak. Oyun oynayarak keşfetmek. Kendi kendine öğrenmeyi öğrenmeleri, adalet duygusunu öğrenmeleri, haklarının farkına varmayı, haklara saygı duymayı, vermeyi, kibarca istemeyi, paylaşmayı, farkında olmayı, empati kurabilmeyi, dürüstlüğü, tolerans göstermeyi, topluluk içinde nasıl davranması gerektiğini vs. öğrenmesi gereken bir dönem. Bir taşıtla, bir bebekle ya da bir hayvanla oynarken sadece o objeyle oynamıyor çocuk. O taşıtla/bebekle/hayvanla ne yapıldığı, nasıl kullanılabileceği, ne yediği, ne işe yaradığı, nasıl çalıştığı vs. gibi bir çok bilgiyi de öğrenir. Bir dal parçasıyla oyun yaratması kadar büyük bir başarı düşenemiyorum. Çünkü daha önce bir arabayla oynarken öğrendiklerini transfer ederek, o dalla oynarken hayalgücünü kullanacaktır.
Bu yaş için başarı, okuma-yazma öğrenmesi, sular seller gibi İngilizce konuşması, 5 rakamından 2’yi çıkarabilmesi değildir. Asıl başarı, psikiyatrist Edward M. Hallowell’in de belirttiği gibi çocuğun “diğerleriyle çalışabilme becerisi”ne sahip olmasıdır. Yani işbirliğiyle, paylaşarak oyun oynayabilmesi, faaliyet yapabilmesidir. Yetişkin çalışanların başarılı ve çalıştığı ortamda mutlu olmak için kesinlikle sahip olması gereken, çoklu çalışma ortamlarında etkili iletişimin temeli olan bu beceri, çocuklukta edinilir.
Bu dönem “sosyal bağ” kurulması gereken bir dönem. Kuralları öğrenip uygulayabilmesi, paylaşmayı öğrenmesi, fikir alışverişi yapabilmesi, “teşekkür ederim” diyebilmesi, kendini ifade edebilmesini sağlamak olmalıdır. Geriye kalanlar çocukları üzmeyecek, yormayacak şekilde oyun içinde verilmelidir.
Okula gitmek istemeyen çocukların birçok sebebi olabilir. Ancak okul sadece faaliyet yeri ise, sürekli bir “zihinsel aktivasyon” merkezine dönüşmüşse, daha önceden yuvaya gitmeyi seven ya da en azından ağlamadan devam eden çocuk için “haklı” bir kaçış merkezine dönüşecektir. Neden eğlenmediği bir yere gitmek istesin?
Akademik başarıya o kadar odaklı hale geldik ki çocuğun asıl başarısının ne olduğunu fark edemiyoruz. Bir anne olarak benim için en büyük başarı “mutlu” bir çocukluk geçirmesini sağlayabilmek. Umarım okuma-yazmayı öğrenebilir. Bunu yaparken de okuyabilmenin önemini kavradığı için isteyerek yapabilmesidir. Ezberlediği, yarıştığı, kaygı hissettiği hiç bir öğrenme ortamı olumlu sonuç yaratmaz. “Einstein Never Used Flash Card’ın yazarı Roberta Golinkoff’ın vurguladığı gerçeği unutmamak gerekir. “Araştırmalar okul öncesinde verilen akademik ağırlıklı eğitimin çocuklara uzun süreli akademik avantaj sağlamadığını; ancak onları daha kaygılı yaptığını göstermektedir.”
Sadece okulların değil ebeveynlerin de bu hız, acele ve akademik yüklemenin yarattığı/yaratabileceği olumsuzlukları düşünerek verdikleri hizmet ve aldıkları hizmeti tekrar gözden geçirmeleri gerekmektedir diye düşünüyorum. Müşteri diye görülen geleceğimiz. Gelecek bir “madde” değildir.