Okumayı Öğretmek Meğerse Ne Zormuş
Ayşegül Özgüner, Editör
Okulların açılmasıyla birlikte bir sürü annelik etiketlerimin arasına bir de öğretmenlik eklendi. Peki ben mutlu muyum bu durumdan? Teknik olarak evet ama ruhsal olarak asla hazır olamayacağım bu role sanırım. Kendi okuma çabalarım gelecek gözümün önüne, kendi yaşadığım zorluklar. Okuyamama ve yazamama karşısında verdiğim tepkilerin çocuğuma ne zarar vereceğini hesap bile edemeden düştüğüm karamsarlıklar. Şu annelik bir kez de kendini sorgulamak olmasa olmaz mı?
Bir de el yazısı derdi var ki başımızda hiç sormayın. Ben hatırlamıyorum ki öğreteyim el yazısıyla nasıl yazılıyordu. İkimizi de üzmeyen çözüm arayışlarında yaratıcılıkla ilerliyorum. Çözüm hemen kapıda beliriyor. Ben de el yazısı bilmiyorum diyorum sen de bana onu öğret. O da beni çalıştırıyor. Çabuk bitir o satırı yazmayı diyor. Ben de ona bakıyorum nasıl yapıyorsun önce bir öğreneyim diye. Diğer harflerden farkını gösteriyor bana. Öğrendiklerini pekiştirdiğini umuyorum böylece.
Biliyorum aslında her ailede benzer senaryolar dönüyor her gece. Her aile sorguluyor çocuğunu, acaba salak mı benim çocuğum? Acaba hiç mi öğrenemeyecek okumayı? Daha da 29 harf var alfabede, bu kabus hiç bitmeyecek mi hep mi devam edecek? Acaba diğer çocuklar okudu da bir benimki mi kaldı? Diğerleri okuyorsa çocuğum kendini geride kalmış hisseder mi, üzer mi onu bu durum? Bir şey deyim mi okuma yazma sorunu sadece biz anne babalar için sorun. Onlar için böyle bir sorun yok emin olun. Eğer durum çok vahimse öğretmen için de sorun teşkil edebilir.
Bu çalışmalar arasında en zor olanı ise dikte ederek onun yazmasını sağlamak, okuma çalışmaları yapmak. Sessiz harflerin yanına inadına eklemlenen o görünmeyen harfler, sırf o harfler pekişsin diye üretilen anlamsız ve saçma sözcükler, cümleler, anında iki tarafı kanlı bıçaklı hale getirebiliyor. Benimki sonunda seninle okumayacağım ben, içimden okuyacağım diye havlu atıyor ortaya. Ne halin varsa gör deyip bu işten feragat ettiğimi açıklıyorum sonunda. Ara ara yine de dayanamayıp hadi birlikte okuyalım mı desem de hayır cevapları almaktan bir türlü uslanmıyor bu yürek. Sonunda diğer arkadaşların anneleriyle beraber okuma çalışması yapıyormuş biliyor musun deyince indiriyor yelkenleri. Ben de daha sabırlı olacağıma dair sözler veriyorum içimden, uygulamaya geçirebilmek ümidiyle…
Önce harfleri tek tek okuyoruz. Buraya kadar her şey normal, sonra ikili harflere geçiyoruz. Burada ortam yavaş yavaş gerilmeye başlıyor, sesler tuhaf tuhaf vurgular yapılarak o dille dişlerin arasından zor da olsa çıkartılmaya çalışılıyor. Evet burayı da geçtik bravo bize. Yanına üç harfliler ekleniyor ve aynı vurgularla devam. İşte geldik iki heceli üç heceli kelimelere… Nalan ve Talat’a gıcık kapıyorum o anda. Ela’yı alıp gezmeye gidesim geliyor. Ama bu durumdan, başka işi olmayan ve oltayla balık tutmanın keyfinde olan Onat nasıl bir sonuç çıkarır diye düşünerek oturuyorum oturduğum yerde ve devam ediyoruz okuma çalışmalarına.
Burada her kelimeyi harf harf okuyan oğlumun gözünden bakmaya çalışıyorum acaba okuyamamak nasıl bir duyguydu, nasıl örnek verirsem ya da anlatırsam onda farkındalık uyandırabilirim diye. Şakalarla, gıdıklamalarla, esprilerle heceleri okumayı başarıyoruz sonunda. Oscar ödülü kazansam bu kadar sevinmezdim herhalde. Bir yandan onda kapalı bir kapıyı açmanın mutluluğu öte yanda artık yavrumun gözlerimin önünde okuduğuna şahit olmanın hüznüyle karışık mutluluğu ilerde kendi kitaplarını artık kendinin okuyacağına duyduğum inançla birleşiyor, hafiften sıyırmış vaziyette yaşasın okumak diyorum içimden…