Gül Erol, Eğitim Uzmanı
Hocam öncelikle çok teşekkür ediyoruz bizimle röportaj yapmayı kabul ettiniz. Biz sizi çok seviyoruz, öğrencileriniz de çok seviyor sizi. Sizin aracılığınızla İngilizce’yi de çok seviyorlar.
Rica ediyorum. Ben de hepinizi çok seviyorum. O çok önemli, çünkü yabancı dil çok farklı bir alan. Çocukların belki çok sıklıkla hayatlarında karşılaşmadıkları bir şey olduğu için onu görmeleri, onu severek, koşarak gelmeleri benim açımdan çok önemli.
Hocam bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Bu serüven nasıl başladı sizin için?
Ben İzmir 9 Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi İngilizce Öğretmenliği mezunuyum. 10 yıldan biraz fazla Milli Eğitime bağlı okullarda çalıştım. 1 yıl da orada yöneticilik de yaptım. Daha sonra eşimin görevi dolayısıyla yurtdışına gittik, İngiltere’ye. Orada Professiency eğitimini aldım. Daha sonra döndüm Türkiye’ye. O aralar çok hoşuma gitmedi, okullardaki durumlar. Ondan sonra istifa ettim. Sonra bir arkadaşım var, kendisi de çok değerli bir insandır; Nuran Barut, müzik öğretmeni. Dediki, ya hocam senin çocuklarla aran çok güzel, neden okul öncesi alana geçmeyi düşünmüyorsun, dedi. Olurdu, olmazdı derken fakat işe nereden başlayacağımı bilmiyorum. Yani çünkü büyük çocuklarla çalışmak farklı. Ben ilkokulda İngilizce öğretmenliği yaptım. Ortaokulda yaptım, lisede yaptım, Gazi’ye de dışardan gittim. Ama hiç okul öncesi alanla ilgili bir deneyimim olmadı.
Evet, çok farklı. Öyle olunca ne yapayım British Council’a gidiyorum, işte kitapçıları dolaşıyorum. Böyle bildiğiniz sizin elinize verilecek, hani bizim Milli Eğitim’de uyguladığımız müfredat gibi, program gibi bir program yok maalesef.
Sonra çok güzel bir tesadüf eseri Liz Teyze vardı. Şimdi kendisi hayatta değil. Onun Ankara’da 3 tane okulu vardı, Okul Öncesine yönelik. Onunla tanıştım. O dediki “ben sende bir ışık görüyorum.” O, insandan çok anlardı. Sonra “gel ben seni aşağıya indiricem” dedi. Avusturya kökenli ama Türkle evli bir hanım. Ama Türkiye’ye çok büyük hizmetleri geçmiş bir insan eğitim alanında. Beni alt kata indirdi, okulun alt katına. Bir sürü CD’ler çıkarttı. Ben, dedi, Türkiye’de böyle bir alanda öğretmen olmadığı için işte elçiliklerde çalışan kişilerin eşlerinden filan böyle okula alıp onlar piyano eşliğinde şarkılar söylüyorlarmış çocuklara falan. O tarz eğitimler yapıyorlarmış. O CD’leri verdi bana kasetleri. Ama kasetlerin sesi o kadar kısıkki kulağımı dayıyorum müzik setine, duyayım diye. İşte şarkılar öğrenmeye başladım. Sonra kendi yuvasında hizmet içi eğitim yapıyordu. Her hafta bütün personeline. Orf yaklaşımı ve drama eğitimi yapıyor, kendi personeline, şoföründen öğretmenine kadar. Çok muhteşem bir insandı. Biz onun ekolüyle yetiştik açıkçası. Dedim ki hocam nolur bizi de bu derslere alın. Orada orfla tanıştık, dramayla tanıştık. Daha sonra biz dedik ki hocam, niye bu dersleri dışarı açmıyorsunuz herkes öğrensin. Bence çok ihtiyaç var. Bu bahsettiğim 93-94’lü yıllar. Sonrasında işte dışarıya da kurslar açıldı. Biz bu kurslara hep gittik. Drama ve orf konusunda ben başladım ordaki öğrendiklerimi İngilizceye aktarmaya. Çünkü okul öncesi çocuğunun ihtiyacı zaten oyun. Oyunla besleniyor. O alan açılmış oldu. Bu arada kendisi çok geniş bakış açısı olan bir insan yurtdışından da bu konuda uzmanlar getirmeye başladık biz. İşte uluslararası seminerler yapıyoruz. O seminerlerde ben tercümanlık da yaptım. Yurtdışına gittik. Oradaki eğitimlere orf boyutunda katıldık. Daha sonra İstanbul’da Alev Okulları vardır. Avusturya Liseliler Vakfı Türkiye’de şu anda onlar merkez durumdalar. Ankara’da ben bir okulda 7 yıl eğitim koordinatörlüğü yaptım. Okulda da uluslararası seminerler düzenledik. Olay gitgide büyüdü ve biz bunu tez aşamasına getirdik. Tezimi de yaptım, o konuyla ilgili. Alev Vakfı da Avusturya’daki Mozart Enstitute var, oraya bağlı Salzburg’ta. Daha sonra drama konusunda da işte Türkiye’ye gelen liderlerle çalışıyoruz. Alman Kültür Derneği’nde oluyordu, oraya gidiyoruz. Sonunda orda ben tesadüfen Çukurova Üniversite’sinde Okul Öncesinde profesör Ülker Hocamız vardı. Onunla tanıştım. O dediki, ben seni çok meraklı, istekli görüyorum. Gel seninle biz İngiltere’ye gidelim, dedi. Gider miyiz, gideriz, tamam. Biz onunla İngiltere’ye gittik. Burmingham’da University of Central England’da Drama in Education kürsüsü var. O kürsüde çalıştık biz. Ama çok muhteşem bir sistem. Şu anda Türkiye’de daha çok yaratıcı drama olarak biliniyor.
Eğitimde dramanın kullanılması biraz daha kapsamlı ve zor bir olay. Onlar da bu ekolde çalışan okullar var. Yani isterseniz Woldorf sistemini seçin, isterseniz Montossoriyi seçin, isterseniz başka sistemi seçin. Biz Ülker hocamızla gittik orda çalıştık, sonra ben gidince baktım dedim ki ya, ben burda niye bir master almıyorum. Hemen hocamız vardı David, David’le bir görüşme talep ettim. O da beni görüşmeye aldı, kabul etti. Alanımı da “Okul Öncesinde İngilizce Eğitiminde Dramanın Kullanılması” olarak seçtim ben. Güzel çalışmalara başladık. Ertesi sene tabi tekrar İngiltere’ye gittim. 3 kere üst üste gittim. Fakat ekonomik sebeplerden dolayı master’ımı tamamlayamadım. Ama tabi iyi bir birikimimiz oldu.
Döndükten sonra 7 yıl ben Çayyolu’nda Konutkent 2’de bir okulda eğitim koordinatörlüğü yapmıştım. Orada öğrendiklerimi bütün eğitim sisteminde uyguladım. Bizim kendi eğitim programlarımıza dramayla uygulamak koşuluyla programlar yaptık. Orf uygulamalarını kendim yaptım, İngilizceyi vs. Çok da güzel hoş şeyler oldu. Daha sonra da ordan ayrıldım. Gülay hocayla bir arkadaşımız vasıtasıyla tanıştık, 2008 Şubatından beri de burdayım. Burada sürdürüyoruz çalışmalarımızı…
Çocuklarda dil öğrenmek büyüklere göre daha mı kolay, daha mı zor?
Çocuklarda dil öğrenmek aslında büyüklere göre daha kolay, daha elverişli. Ben hatta daha hamileyken bile çocuklara değişik müziklerin dinletilmesi, onunla konuşulmasından yanayım. Çünkü orf konusunda Almanya’da böyle çalışmalar var. Böyle eğitimler yapıyorlar. Daha hamileyken anne karnında belirli müzikler dinletiliyor. İşte o iletişimin kurulması vs. Şimdi daha güzel şeyler var tabi o anlamda ve çocuklar tabi çok kısa sürede öğreniyorlar. Çok çabuk öğreniyorlar. Çok da çabuk unutuyorlar. Ama tekrara dayalı bir yöntem. Yani daha evvel benim Gazi’de katıldığım 3 günlük bir çalışma vardı; “Bilgi ve Bellek” konusunda. Beyin nasıl bilgiye dönüştürüyor, şeklinde. Şimdi tabi okul öncesi çocukta her alana yatırım yapmamız gerekiyor.
Her Çocuğun Öğrenme Şekli Farklı…
Her çocuğun öğrenme şekli farklı. Kimi görsel, kimi işitsel, kimi bedensel, kimisi hem işitsel hem görsel. Hepsinin farklı öğrenme tarzı var. Dolayısıyla yaptığımız eğitimlerde hepsine seslenmek durumundasınız. Kimi çocuk masa başında öğrenmeyi seviyor. Kimisi illaki hareket etmek istiyor. Kimisi tekrar etmek istiyor. O yüzden mutlaka biz interaktif sistem görsel olarak, görmesi, duyması, tekrar etmesi, söylemesi, yazması, çizmesi bence bunların hepsinin aynı anda olması lazım. Ha çocuk katılmıyordur, oyunda pasif durabilir, katılmak istemeyebilir. Ben hiç ısrar etmem, kolay kolay. İstiyorsan gel, istiyorsan izle. Çünkü aksi taktirde o zaman çocuk için o bir baskı oluşturuyor. Olumsuzluk olmaması adına ısrar etmem açıkçası. O nasılsa bakıp, hoşuna giderse geliyor. Oyun oynadığımızı, görünce zaten bir şekilde ucundan tutuyor. Bu anlamda çocuklarda öğretmek çok kolay. Daha verimliler o açıdan. Mesela şimdi biz bu sene 2,5-3 yaşlarda her gün İngilizce yapıyoruz. Bir baktık geridönüşler gelmeye başladı. Bir ay sonra evde “see you” diyor, “thank you” diyor. Demekki doğru yoldayız diyoruz.
Native Speaker…
Aslında dünyada da böyle giden bir sistem var. Türkiye’de hani bazı okullarda mutlaka duymuşsunuzdur, Native Speaker olayı. Çocuklar benim Türkçe konuştuğumu bilmelerine rağmen Türkçe konuştuğumda da İngilizce konuştuğumu düşünüyorlar. Tabi Native Speaker güzel bir olay ama öğretmen olması önemli. Hani Türkiye’ye hasbelkader gelmiş bulunan bir insanı küçük çocukla muhatap etmek biraz riskli. Çünkü çocuk bir süre sonra anlamadığı için, ben hep ona dikkat ederim, koptular mı mutlaka başka bir şeye geçerim o anda. Çünkü çok kolaylıkla kopabilir. Sizin için de öyledir, bizim için de öyledir. Bir şeye baktığımızda, öğrenme zorlaştığında ne yaparız, ilgimiz biter ve keseriz. Küçük çocukta da böyle. O yüzden çok aktif program olması lazım ama tabi aldığım eğitimlerin bana getirdiği avantaj ben derste mutlaka dramatik bir eğitim tarzını belirlerim. Dersin girişi, akışı, sonuca bağlanması… Çocuklar bile biliyorlar. Ben çelik üçgene vurduğum zaman kitap okuyacağımı, işte ne bilim şunu yaptığımda “aaa ders bitiyor”. Onlar kendileri bu yorumu bir süre sonra yapabiliyorlar ve o konsept içerisinde öğrenmek bir de altını özellikle çizmek istedim, anlamlı öğrenme. Yani hadi bugün bunu öğrenelim, hadi yarın da bunu öğrenelim, değil. Birbiriyle bağlantılı olarak çocuğun beyindeki o düşünme ağını geliştirebilecek konsepti oluşturmamız gerekiyor. Çünkü beyin konusunda yapılan araştırmalar şunu gösteriyor, özellikle küçük çocuklarda ne kadar çok beyinde uyarı yaparsanız bu nöronlar arasındaki sinapslar var. O sinapslar arasındaki nöronların iletişimleri artıyor. Bunu çekim olarak da görüntü olarak da belirlemişler. Diyelim bir çocuğun şu kadar ağı gelişiyorsa, uyarılan çocuğun bir sürü ağı gelişiyor. Ki bu yabancı dil açısından çok önemli.
Birden Fazla Dil Öğrenmek Çocuk İçin Zararlı mı?
Hepimiz doğuştan anadilimizle dünyaya geliyoruz. Bu açıdan beynimizde bir anadili merkezimiz var. Ama eğer çocuk uyarılarda bulunursa aynı anda 2 dil, 3 dil, 4 dil, 5 dil öğrenebilir. Hiçbir sakıncası yok. Hiçbirini birbirine karıştırmaz. Bazen ha siz Türkçe sorarsınız, İngilizce cevap verebilir. Almanca diyelim evde konuşuluyordur. Annesi Almanca bir şey söylediğinde o İngilizce cevap verebilir. O ama normal onu anlar. Çocuk onu bir süre sonra da normal rutine koyar zaten. O açıdan ben aynı anda birkaç dilin öğrenilmesinden yanayım.
Büyüklerde öğrenilen yanlışları değiştirmek daha zor herhalde, çocuğa yeni bir dil öğretmektense…
Biz düşünün ki bilgisayarımız beynimiz, biz oraya şimdi doğruları depolarsak o çok önemli. Tabi okul öncesi çağında ne yapmak lazım? Birincisi, tekerlemeler, ikincisi çok önemli şarkılar, oyunlar, parmak oyunları, yani onu yaparken çocuk çünkü öğreniyor, görüyor. Ne yaptığını biliyor. Öbür türlü sadece tekrar ettiğinizi düşünün. Bir süre sonra o kaybolur, gider. Bir şekilde onları çocukta perçinleyecek çalışmaları yapmak durumundayız.
Erken yaşta dil öğreniminin çocukta başka bir şeye de faydası oluyor mu? Matematiğe, Türkçe’ye ya da zihninin başka bir tarafını kullanmasına…
Oluyor, özellikle dikkat ederseniz mesela İngilizcesi iyi olan çocukların çoğunlukla %90 diyebiliriz, Matematik ve Müzik paralelliği vardır. Çünkü her dilin kendine ait bir melodisi ve bir ritmi vardır. Nasıl Türkçe konuşurken yaptığımız vurgularla İngilizcedeki vurgular farklı… Her dilin kendine ait bir melodisi, ritmi var. Dolayısıyla bu orf’daki mesela, el, kol, bacak kullanımları, hareket etmemiz onlar sizde o dile ait şeylerin oturmasını sağlıyor, yardımcı öğeler oluyor. O açıdan baktığınızda matematikte paralellik var, müzikle paralellik var. Bunların hepsi birbiriyle ilintili. Çünkü matematik de bir ritm, müzik de bir ritm. Aslında bedeninizi kullandığınızda jimnastik de aynı şekilde. O açıdan hepsinin birbirine olumlu etkileri var.
Okul Öncesinde Bir Çocuğun Neye Yeteneği Olduğu Anlaşılabilir mi?
Bazı çocuklar kinestetiktir, mutlaka bedeniyle öğrenmeyi avantaj olarak kullanır. Bazı çocuk çok fazla hareket etmesini sevmez ama izleyerek öğrenmeyi tercih eder. Yani o biraz da çocuğun kendi öğrenme biçimine bağlı. Ama mutlaka ki her alan birbirini destekler. Birini birinden geri bırakarak ya da ileri alınarak değil. Okul öncesindeki zaten asıl hedef bu. Çocuğu her anlamda beslersiniz. Derler ya bu çocuk müziğe yetenekli mi, jimnastiğe yetenekli mi? Hayır, okul öncesinde bunu söylemek biraz zor. Sonuç olarak çocuk kendini bir süre sonra gösteriyor, belli ediyor. Ama ya bunu meslek olarak seçer, ya da hobi olarak yapar. Bunu zaten size belli eder. Ama bunu okul öncesinde netlemek çok doğru bir şey değil, diye düşünüyorum. Ama siz beslersiniz, mümkün olduğu kadar doldurursunuz o bir yerlerde zaten size kendisini yansıtır.
Çocuk kaç dil öğrenebilirse öğrenebilir, onunla ilgili bir sayı yok yani… Yani öğrendiği dil sayısı kadar pencere açılır çocukta…
Evet, evet aynen öyle ve o pencere ömür boyu kapanmıyor. Yani diyelim ki siz burada İngilizce eğitimi aldınız. Ama işiniz gereği gittiniz, dünyanın çok farklı bir bölgesinde hiç de o dili duymadı ya da çok az duydu. Unutma olmaz, bir süre sonra onu, aynı bilgisayardaki dosyadan geri çağırdığı gibi bir bilgiyi, beyin geri çağırıyor.
Hocam sizce biz neden İngilizceyi anlayabilen ama konuşamayan bir toplumuz 🙂
Şimdi Türkiye’de böyle bir sıkıntı var gerçekten de. Benim eşim yurtdışına gitti. Hiç İngilizcesi yoktu gittiğinde. 9 aylık süreçte İngiltere’de öğrendi. Ama Türkiye’ye baktığım zaman biz burada çocuklara birazcık fazla gramer öğretiyoruz maalesef. Tamam gramer de öğretelim ama çocuğun o dili yaşaması lazım. Yaşamadığı için de ne yapıyor okulda sadece bir İngilizce dersi, İngilizce ödevi… Dikkat ederseniz bir süre sonra siz de göreceksiniz; sürekli haftasonu gelen ve çocuğun çok uzun uğraşılarına sebep olan ödevlerle karşılaşıyor. O da çocuğu bu işten uzaklaştırıyor. Olumsuz etkiliyor. Çoğu okulda İngilizce drama dersleri de var. Ama bu yeterli olmuyor. Bunu birazcık daha aktif hale getirmek lazım. Çocuğu öğrendiği dili kullanabileceği yerlere götürmek, belki onlarla muhatap etmek, dili kullanabilme fırsatını çocuğa sunmak gerekiyor.
Bir de okullarda Native Speaker olarak çalışan arkadaşların şu tarafını çok beğeniyorum. Bunu inşallah Türk öğretmenlerimiz de yapar diye bekliyorum. Çocuk yazarken harf hatası yapabilir, kelimeyi yanlış yazabilir, cümleyi yanlış kurabilir, kursun. Orada işte onu çizip atmayacaksınız. Tamam belki bir puanını kırın ama tamamen yanlış diye düşünmemesi lazım. Çocuk öyle öğrenir. Şimdi sizin kendi çocuğunuz yetişirken Türkçeyi doğru mu kullandı? Başladı konuşmaya, değil. Bazı kelimeleri tamamen kendisi farklı şekilde söyledi, farklı anlamlarda kullandı değil mi? Aynı şey…
Evet, bazen bir şey söylüyorlar. Peki diyorum sen bunun anlamını biliyor musun? Türkçe bir şey söylüyor mesela. Hayır, bilmiyorum, diyor. Nereden biliyorsun bu kelimeyi peki? Televizyondan duydum, diyor. Çocuk kelimeyi öğrenmiş ama anlamını bilmiyor.
Basit, Kolay, Açık, Kısa Cümleler Kurun…
Bizim hocalarımızın da altını çok çizdiği bir şey vardı. Diyorki, basit, kolay, açık, kısa… Çocuğun anlayacağı kadar cümleler kurun. Yani bu bizim kendi dilimizde de gerekli. Biz diyelim çocuğa bir şey açıklıyoruz. Uzatıyoruz, uzatıyoruz… Çocuk bir süre sonra sizi anlamıyor. Anladığını zannediyoruz biz. Ben nasıl olsa Türkçe konuşuyorum o da Türkçe biliyor. Her şeyi anladı sanıyorsunuz. Hayır anlamıyor, çünkü onun kelime dağarcığı daha o kadar geniş değil. O açıdan hani anadil eğitimi, masal okumak, işte birtakım şeyler yapmak çok önemli. Çünkü o şekilde çocuk kelime dağarcığını genişletmiş oluyor. Bu açıdan o yanlışları pekiştirmek yerine “tamam ama bir daha ki sefere bunu biraz daha böyle yazabilirsin bak”, “bunu buraya koyabiliriz”, “bunu böyle yapabiliriz”i göstermek lazım. Yani hayır, yanlış diye çizip atmamak gerekiyor. O zaman çocuk ne yapıyor? Yanlış yaparsam korkusuyla konuşmak istemiyor. Bizim için de öyle değil mi? Ya şimdi yanlış cümle kurarsam beni ayıplarlar mı? Hepimiz bu endişeleri yaşadık. Ama ben bunu İngiltere’ye gittiğimde birebir yaşadım orada. Tabiki üniversite çalışmalarında zaten çok güzel, kurallı İngilizce konuşuluyor. Onu anlıyorsunuz ve kendinizi rahat ifade ediyorsunuz. Ama sokağa çıktığınız zaman bu böyle değil. Sokaktaki dil bambaşka bir şey. Onu biraz muhatap etmek lazım. Bu anlamda televizyonlar, oyunlar, bilgisayardaki birtakım programlar çok önemli. Eğer çocuğa bunları doğru zamanlamalar ve doğru ölçülerde verirseniz çocuğun bu açıdan daha iyi gelişeceğini, kendini daha rahat ifade edeceğini, cesaretinin daha da artacağını düşünüyorum.
Anne babalar, aksanları ve kelime telaffuz hataları olmalarına rağmen yine de çocuğuyla İngilizce konuşmalı mıdır?
Ben evde, anne babayla da mutlaka iletişim kurmasından yanayım. Ben bu dili dışarıda da kullanabiliyorum fikrini geliştirmesi adına destekliyorum. Olabilir, telaffuz hataları ya da değişiklikler olabilir. Bu önemli değil, onu çocuk zaten kendisi düzeltir. Yapar yani. Diyelim ki biz üstüne basa basa “three” (üç) diyoruz. Ben bazen çocuklara gösteriyorum özellikle, bakın bu ağaç “tree”. Dilimi şuraya koyuyorum, bakın diyorum. Ön dişlerimin arkasına koyuyorum diyorum. Öyle koyup söyleyelim ama şu 3 rakamı “three”. Bir de “there” var. Yani bunu doğru şekilde okulda duyarsa o zaten onu o şekilde geliştirir, öğrenir. Ama evde yapılan ya da dışarda duydukları aksanlarla ilgili hatalar bence çok sorun yaratmaz. Bir Amerikalıyla bir İngilizi yanyana getirdiğiniz zaman onlar onların İngilizcesini beğenmiyor, onlar onlarınkini. Farklı kelimeler var. Ben British English tercih ediyorum. Kitaplarımızda da British English seçiyoruz. Ama kelime olarak farklılıklar var. Onları yeri geldiğinde de söylüyorum. Onu Amerikalı İngiliz diye ayırmıyor ama böyle de söylenir, böyle de söylenir diyorum. Ama British English’in daha temiz, bana göre daha kulağa hitap eden bir tarafı var. Ya da biz öyle yetiştiğimiz için olabilir.
Yabancı dil eğitiminde asla yapılmaması gereken şeyler var mı?
Benim çok karşı olduğum bir şey var ileriki aşamalarda; Türkçe karşılık yazmak. En çok ona karşıyım. Karşısına çocuk resim çizsin, hiçbir şey yapmasın ama Türkçe karşılık yazmasın. Bir de artık şu anda çok güzel sözlükler çıktı. Mesela düzey düzey var. Oralarda çocuklara ya resim koyuyorlar, ya işte küçük bir cümle örneği koyuyor ya da düzeylerine göre onu basit bir şekilde ifade etmeye çalışıyor. Ben bu anlamda Türkçe karşılık yazılmasından yana değilim.
Sözel olarak ben çok söylemiyorum ama bazen öğretmen arkadaşlara söylüyorum, siz açıklamasını yapın. Yani çocuk anlamayabilir orada benim söylediğim bir şeyi. Bakıyorum zaten öyle olunca onlar söylüyorlar. Orayı anlamayabilir, çünkü şöyle de bir gerçeklik var. Bütün dünyada kabul edilen bir şey bu… Diyor ki eğer siz konuşurken çocuğun anlamadığını fark ederseniz durun, açıklayın, sonra tekrar devam edin. Çünkü çocuk kopacak. Orada ufak tefek açıklamaları yapabilirsiniz.
Bir de şöyle bir ustalık tarafı var. Benzer ya da bizim dilimize geçmiş kelimeleri kullanabilirsiniz. Artık o kadar benzer kelimeler var ki, almışız Türkçeye de adapte olmuş. O kelimeleri kullandığınız zaman çocuk zaten sizin ne demek istediğinizi anlıyor. Beden dilinizi kullanmanız çok önemli. Mimik, jest yapmanız. Kelimeleri vurgularla, ses tonuyla birlikte söylemek çocuğun zaten işini kolaylaştırıyor. Tahmin edecek ve zamanla geliştirecek. Ben hep ondan yanayım.
Çocuk hangi dilleri öğrenirse geleceğine katkı yapmış olur. Şu anda en geçerli dil İngilizce. Sonrasında bizim için bir sıralama yapsanız…
İngilizce, evet şu anda birinci sırada tabi yaygın politikalar vs. Biz biraz kültürel anlamda ülke olarak eksik kalıyoruz diye düşünüyorum. Mesela daha çok Türkçeye önem vermek, daha çok Türkçe eğitimiyle ilgili şeyler yapmamız lazım. Çünkü farkındaysanız dilimize o kadar çok yabancı sözcükler girdi, bilhassa bu mesajlaşma dilindeki şeyler.
İngilizce şu anda birinci sırada ama İspanyolca çok yaygınlaştı bu arada. Rusça aynı şekilde ama geleceğin dili olarak ben Çince’ye de sıcak bakıyorum. Şu anda çünkü dünya ekonomisi Orta Asya’ya doğru kaydı. Avrupa nüfus azalması dolayısıyla ekonomik anlamda zorları yaşamaya başladı ve ticari anlamda şu anda Asya biraz daha ön plana çıkıyor. Dolayısıyla Çince’nin de önem kazanacağını düşünüyorum.
Fakat işin komik bir tarafı var. Ruslar, Çinliler ve Japonlar İngilizce’yi çok zor öğreniyorlar. Hani biz onların dilini nasıl öğreniriz onu bilmiyorum. Tabi farklı dil grupları olduğu için. Mesela Latinceyi bilmek Avrupa dillerini öğrenmek için müthiş bir avantaj. Hepsi aynı kökenden geliyor. Ama Asya dilleri Ural-Altay dil grubunda olduğu için daha farklı konsepti var. O açıdan İspanyolca çok yaygın konuşuluyor ama Çince’nin belki Japonca’nın ilerde daha önem kazanabileceğini düşünüyorum. Yani öyle bir tahminim var. Ama tabi yaşayıp göreceğiz.
Son olarak ailelerimize önerileriniz var mı?
Ben evde her gün 5 dakikalık English Corner yapmayı çok öneriyorum. Yani mesela kendinize evde bir köşeyi İngilizce köşesi yapın. Odasında olabilir ya da farklı değiştirebilirsiniz. Diyelim ki o gün mutfakla ilgili bir şey var. Yemekle ilgili bir şeyler paylaşacaksınız diyelim o gün mutfak sizin köşeniz olabilir. Ya da sürekli sabit bir köşeniz olabilir. Her gün orada belli bir İngilizce kitabı beraber okumak, şarkı açıp birlikte söylemek, hareketlerini beraber yapmak, o zaman çocuk sizinle de İngilizce konusunda iletişime geçme cesaretini arttıracak. Çünkü çocuklarda en önemli şey ne biliyor musunuz? Onların en çok korktukları şey, onları eleştirmek. Ben asla eleştirmem. Yanlış yaptın, hayır bu böyle değil, asla demem. A bak, istersen bunu gel böyle yapalım, daha güzel olur, gibi değişik cümleler kurarak onu oraya çekmek. Çünkü hayır, sen bunu yapamıyorsun, bu böyle olmaz, öyle söylenmez dediğin zaman çocuk zaten kapılarını kapatıp geri çekiyor kendini. Ben başaramıyor muyum, ben yapamıyor muyum, korkuları gelişmeye başlıyor. Hayır, o açıdan bırakın yanlış yaparak öğrensin…
Teşekkür ederiz hocam… Ağzınıza sağlık tüm bilgiler için teşekkür ederiz…
Rica ederiz, biz teşekkür ederiz…